İDRİS YAVUZ


ATATÜRK ATEİST MİDİR?

YAVUZCA - İdris YAVUZ


Tarihini bilmeyen bir nesil, gerçekleri görmeyen bir millet güçlü olur mu? Biz Atatürk’ü ne kadar tanıyabiliyoruz? Elbette ki onu anlayabilmek için onun başarı sırrını görmek gerekir.

Atatürk’ün yakın arkadaşı Org. Fahrettin Altay bir anısında Atatürk’ün inanç yapısını şöyle anlatıyor; “Yıl 1921, Sakarya Meydan Savaşı’nın sürdüğü günlerde idi. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa arazide, çadırda yatmakta idi. Süvari Kolordu Komutanı olarak ben de ayrı bir çadırda kalıyordum. Bir gece uykum kaçtı. Çadırdan çıktım, çevreyi dolaşmaya karar verdim. Gözüme tesadüfen Mustafa Kemal Paşa’nın çadırı ilişti. Çadırdan dışarı ışık sızıyordu. Belli ki Paşa uyanıktı. İçimden ”Şimdi o biraz içki içiyor olmalı. Belki bana da bir yudum ikram eder “ diye içeri girdim. Baktım ki, O yatağına uzanmış kitap okuyordu. Beni görünce doğruldu ve; “ Hayrola Fahrettin, uykun mu kaçtı?” dedi. Ben de “ Vallahi Paşam ne söylesem bilmem. Ben sizin demlendiğinizi düşündüm. Bir iki kadeh de bana verir umuduyla buraya geldim. Hangi kitabı okuyorsun?” diye sorunca; “İslam Dini ve Tefsirleri.” cevabını alınca mahcup olarak huzurdan ayrılıyor.

Albay Hayrullah Saygun ise; Atatürk’ün 1936’da Bursa’ya geldiğinde genç bir teğmendi, konağın korunmasında görevli idi. Paşa, bu teğmeni yanına çağırdı. Teğmen saygılı, inançlı biriydi. Atatürk ona; “Hadi evlat sen bir besmele çek, İhlâs ve Fatiha surelerini oku” dedi.

Genç teğmen besmeleyi ve duaları yanlış telaffuz edince, Paşa: “Hop hop dur bakalım! Olmaz öyle şey, bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıptır. Yüce Tanrı diyor ki; “İnsanlar doğacaklar ve yaşayacaklar. Yaşamları süresince de çeşitli zorluk ve hüsranlara uğrayacaklar. En az hüsrana uğrayanlar ise hak yemeyenler ve sabredenlerdir.”buyurmaktadır. Büyük Tanrım! Senin yap dediğini yapıyorum, yapma dediğini kesinlikle yapmıyorum. Kendimi kötülüklerden korumaya çalışıyorum. Hak yemiyorum. Sabrediyorum” dersin. Sonra Allah’tan dilekte bulunursun, O dileğini kabul etmez mi? ben kabul edeceğine inanıyorum”dedi.

Atatürk’ün bir başka anektodu ise Topkapı Müzesi’nin genç müdürü Zarif Güngör ile aralarında cereyan eden şu olayda görüyoruz;

Paşa, müzeyi ziyareti sırasında, padişahların resimlerinin büyük bir odada gelişigüzel konduğunu görünce müze müdürünü yanına çağırdı ve ona; “Evladım bunlar bizim atalarımızdır. Onların resimlerini tarih sırasına göre asınız ve bu odayı da temiz tutunuz.” talimatını verdi, sonra Mukaddes Emanetler odasına geçti. Görevlilerden biri hızla Peygamber Efendimizin hırkasını aldığı gibi Atatürk’e giydirmeye çalıştı. Atatürk sert bir ifadeyle; “Onu derhal aldığınız yere koyunuz. Biz Müslüman’ız ve Peygambere saygılıyız. Sakın ola ki, bana Peygamberlik süsü vermeyiniz ” dedi.

Atatürk’ün 15 yıl yanında kalan Hafız Yaşar Okur, iyi bir musiki ustası idi. Paşa ile birlikte birçok defa dini sohbetlerde bulunmuştu. O, diyor ki; “Ramazan ayının Atam için çok özel bir yeri vardı. Beni Ramazan’da huzuruna davet ederdi. Kuran’dan bazı sureleri okuturdu. Ben Kuran’ı okurken, onun gözleri bir noktaya takılırdı. Duygulanırdı ve hûşû içinde beni dinlerdi. Bu ayda devamlı Hacı Bayram, Zincirlikuyu Camilerimizde şehitlerimizin ruhuna hatim-i şerif okumamı emrederdi.” demektedir.

 Atatürk’ün her yıl Çanakkale şehitleri için mevlit okutmayı emrettiğini biliyoruz. İlahiyatçı, bestekâr Sadettin Kaynak Atatürk hakkındaki anısında;

-“Bir gün saz takımı Dolmabahçe’de idi. Tanınmış hafızların hepsi buradaydı. Atatürk onlara sırasıyla Fatiha’yı okuttu. Kendisi de bu duayı asker edasıyla okudu. Sonra bana döndü ve Kurân-ı Kerim’deki Nisâ Suresi’nin yirmi üçüncü ayetinin tercümesini okumamı rica etti. Bu ayette erkeklerin kimlerle nikâh yapabileceği konusu vardı. Tercümeyi kitapta olduğu gibi değiştirmeden okudum ve aynen şöyle idi; “İki kız kardeşi nikâh etmeyiniz” ifadesini kullanınca, Atatürk birden ayağa kalktı ve ; “Olmaz böyle şey! Bu bir rezalettir” tepkisini gösterdi. Zira kendisi bu sureyi defalarca incelemişti. Hatanın nereden kaynaklandığını biliyordu. Ben izah ettim;

- Paşam tercüme yanlıştır. Bunun aslı “İki kız kardeşi, birlikte almak haramdır” dedim. Bunun üzerine Atatürk ; -“Bak işte bu doğrudur. Hata Kurân’ın aslında değil Fransızca tercümesinden kaynaklanmaktadır.”dedi.

Bugün de böyle değil mi? Dini konuları kendilerine göre yorumlayıp, bundan rant temin edenler yok mudur? Atatürk, Mehmet Akif Ersoy’un Kurân tercümesine özel bir önem verdiğini biliyoruz.

Atatürk bir gün Beykoz’da imamı huzura davet etti ve elinde tuttuğu üzüm salkımını ona göstererek; “Hocam bu niye helal de suyu haram?” diye sordu. Hoca ona cesurca cevap verdi; “Paşam karın niye helal de kızın haramdır?” deyince, Atatürk ona; “Hocam sen gerçek âlim'sin. Ben din kisvesi altında yanlış yapan softaları arıyorum.” dedi.

Aslında Atatürk dini istismar edenlerle dine hurafe katanlara karşı büyük savaş açmıştır. Bu konuda Diyanet İşleri’nde Elmalılı Hamdı Yazara görev verip ona, 9 ciltlik “Hak Dini Kurân Dili” eserini ve  Kurân’dan sonra en büyük İslâm kaynağı olan 12 ciltlik “Sahihi Buhari” eserini hazırlatıp bütün illerdeki müftülüklerine göndertmiştir.

Bu sözler, Atatürk’ü din düşmanı gibi gösteren ve onu istismar edenlerin yüzüne şamar gibi inmelidir. Onun hedefi dini cahillerin elinden kurtarmak ve ehli olan gerçek sahiplerine teslim etmekti. Ama ömrü vefa etmemiştir.