ASIM CENGİZ GÜR


ZAMANI GELMEDİ Mİ?


Kıymetli okuyucularımız!
Yüce Allah´ın indinde din, ancak ?İslam?dır. İslam, Hazreti Adem (a.s.)´dan Sevgili Peygamber EFendimiz (s.a.v.)´e ve aralarındaki tüm elçilere gönderilmiş dinin adıdır. Bugün diğerlerini farklı bir kategori içinde değerlendiriyorsak bu, onların asliyetini kaybetmiş olmaları sebebiyledir.
İslam, Yüce Allah´ın göndermiş olduğu Aziz Kitabımız Kur´an-ı Kerim´e ve son elçisi Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)´e tâbi olmaktır. Gerek Kur´an-ı Kerim ve gerekse Sevgili Peygamber Efendimiz´in beyan ettikleri şeyleri, hükünlerini; tam bir samimiyetle kabullenmek ve onlara bağlanmak gerekir. Onları okumak, anlamaya gayret etmek, ahkamını ve hakikatlerini düşünmek, onlarda bildirilen yollarla Allah´a yakarmak sonucunda insanlar Allah´a karşı saygı duymaya, emirlerini ve yasaklamalarını dikkate almaya-uymaya başlarlar ve takvaya ererler.
Mü´minler, hakk ve hakikatin üstünü örterek, Allah´ın göndermiş olduğu kitap ve elçisi ile irtibatı keserek, onlara uymayı terk eden, Yaradanın emir ve yasaklarını çiğneyen, Allah´ın gönderdiği mesjları tahrip eden kendilerinden önceki peygamberlerin ümmetleri gibi olmamaları konusunda uyarılıyor. Aziz Kitabımız´da ?İnananların gönüllerinin Allah´ı anması ve O´ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Mü´minler, daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerlerinden uzun zaman geçmesi yüzünden kalbleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar" buyuruluyor.
Fudayl bin İyâd (rh.a.) gençlik yıllarında eşkıyaların başı idi, yol kesicilik yapar, kervanları soyardı. Böyle olmasına rağmen namazlarını bırakmaz, oruçlarını tutardı. Soygun esnâsında kervanda kadın olursa, ona dokunmaz, borçlu ve sermâyesi az olanların mallarını almazdı. Adamları arasında namaz kılmayan olursa onu kovardı.
Bir gün büyük bir kervan geldi. Fudayl bin İyâd´ın arkadaşları kervanı fark edince, yolunu kesmek üzere hazırlanmaya başladılar. Kervan içinde bulunan zengin birisi, eşkıyâları fark etti ve; "Altınlarımı öyle bir yere saklayayım ki, eşkıyâlar eşyâlarımızı alırsa geriye bunlar kalsın." düşüncesiyle kervandan ayrılıp uygun bir yer aramaya başladı. Bir çadır gördü, hemen oraya koştu. Orada, sırtında abası, başında külâhı olan biri namaz kılıyordu. Ona, bir miktar parası olduğunu ve emânet etmek istediğini bildirdi. Fudayl bin İyâd, çadırın içine girip bir köşeye bırakıvermesini işâret etti. Gelen kimse altınları bırakıp kervanın yanına dönünce, eşkıyâların kervandaki eşyâları alıp götürdüklerini gördü. Orada kalan eşyâlarını da toparlayıp tekrar çadırın yanına döndü. Baktı ki, eşkıyâlar kervandan aldıkları malları paylaşıyorlar. Adam şaşırdı ve; "Demek altınları eşkıyâların reisine vermişim" deyip geri dönmek istedi. Fudayl, adama niçin geldiğini sordu. Gelen kimse şaşkın vaziyette; "Emânet bıraktığım altınları almak için!" deyince, Fudayl; "Bıraktığın yerden al!" dedi. Adam gidip altınlarını alınca diğer eşkıyâlar; "Biz hiç para bulamadık, sen ise bunları geri veriyorsun!" dediler. Fudayl; "O, bana hüsn-i zan etti. Ben deAllahü teâlâya hüsn-i zan ediyorum. Ben o kimsenin, benim hakkımdaki iyi niyetini doğru çıkardım. Ola ki, Allahü teâlâ da benim kendisi hakkındaki hüsn-i zannımı doğru çıkarır." dedi.
Fudayl bin İyâd bir câriyeye âşık olmuştu. Câriyenin bulunduğu evin duvarına çıkar, onu görmek ümidiyle sabaha kadar beklerdi. Bir gün duvarın üzerindeyken yakınlarda konaklayan kervandaki birinin okuduğu Kur´an kulaklarına geldi. Okunan ayetler mealen: ?İnananların gönüllerinin Allah´ı anması ve O´ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Mü´minler, daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerlerinden uzun zaman geçmesi yüzünden kalbleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar" diyordu. Fudayl bu sözlerle kendinden geçti, "Geldi, geldi. Hattâ geçti bile!" diyerek kendinden geçmiş bir halde şaşkın ve mahcup olarak bir harâbeye sığındı. Yaptıklarına pişman oldu ve tövbe etti. Adamlarını topladı ve onlara durumunu söyledi, kendilerine başka birini baş edinmelerini söyledi. Adamları da ondan etkilendiler ve ?Biz senden şimdiye kadar bir hainlik görmedik. Bizi kendinden ayırmadın, bugün de ayırma? dediler ve onlar da tövbe ettiler.
Mallarını gasbettiği insanları bulmak için beldeler dolaştı. Kimi mallarının karşılığı ve kimi Fudayl´ın artık kervan soymayacak olması sebebiyle güvenli yollara kavuşmuş olmaları sebebiyle haklarını helal ettiler. Yalnız bir yahüdî hakkını helâl etmiyordu. Fudayl bin Iyâd´ı zor durumda bırakmak için olmadık şartlar ileri sürüyordu. Dedi ki: ?Eğer hakkımı helâl etmemi istiyorsan, filân yerde kayalık bir tepe var. O tepeyi kazarak oradan kaldır. Oralar dümdüz olsun!? Fudayl bin Iyâd hakkını helâl ettirmek için buna razı oldu ve kazmaya başladı. Onu: bu gayreti sebebi ve Allahü teâlânın ihsanıyla, bir seher vakti rüzgâr çıktı ve orayı dümdüz etti. Yahudi bunu görünce, hayretten dona kaldı. Bu sefer de: ?Benden aldığın malımı iade etmedikçe hakkımı helâl etmeyeceğim? diye yemin etmiştim. Benim yastığımın altında altınlar var. Sana hakkımı helâl edebilmem için oradan altınları alıp bana vermen lâzım? dedi. Yahudi, yastığın altına çakıl taşları koymuştu. Fudayl bin Iyâd, elini yastığın altına soktu. Allahü teâlânın izniyle, çakıl taşları altın olmuştu. Bir avuç altını Yahûdiye verdi. Yahudi hayret içinde idi. ?Sana hakkımı helâl etmeden önce bana islâm´ı anlat? dedi. Fudayl hazretleri: ?Bu ne hâldir?? diye sorunca, yahüdî şöyle anlattı: ?Ben Tevrat´ta okudum ki. ?Tövbesinde sâdık ve samîmi olanın elinde çakıl taşları altın olur.? Aslında yastığın altında çakıl taşları vardı ve ben seni imtihan etmek için öyle söyledim. Elinde, çakıl taşlarının altın olduğunu görünce anladım ki, senin dînin hakdır ve tövbende sâdıksın? dedi ve îmân edip müslüman oldu.
Daha önceki notlarımızda anlatmış olduğumuz ve Aziz Kitabımız´da günahkarlara tavsiye-telkin edilen ?nasuh tevbe´ ona da nasib oldu. Kabe´ye ziyaretlerde bulundu ve bâzı âlim ve velîlerle görüştü. İmâm-ı A´zam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine katıldı. Ondan ilim ve edeb öğrendi. Kuvvetli hâfızası vardı. Kısa zamanda çok sayıda hadîs-i şerîf ezberledi ve hadîs ilminde mütehassıs oldu. Evliyânın büyükleri arasına girip, şöhreti her tarafa yayıldı. Hikmetli söz ve nasihatlarıyla çok talebe yetiştirdi. Abdullah ibni Mübârek, İmâm-ı Şâfiî, Sırrî-yi Sekatî talebelerinin önde gelenlerinden oldu.
Evet, acaba bizlerin de ?Gönüllerimizin Allah´ı anması ve O´ndan gelen gerçeklere samimiyetle bağlanmamızın vakti gelmedi mi??
Yüce Allah (c.c.), imanımızı kuvvetlendirsin, emir ve yasaklarına uygun bir hayat sürme konusundaki azim ve kararlılığımızı arttırsın.
Bir güzel söz:
?Allah var mı? Gerçekten inanıyorsan, niye Allah yokmuş gibi yaşıyorsun.?