H. Ali YILDIRIM


YETKİ VE SORUMLULUK

Yeni Dünya - H. Ali YILDIRIM


Öyle hassas bir ikili ki bu yetki ve sorumluluk, hayatın her alanında karşımıza çıkar. İşte, evde, okulda, oyunda, seyahatte her yerde kendini belli eder ama çoğumuz dikkat etmeyiz. Gelişmiş toplumlarda yetki ve sorumluluğun bir denge de olması öğretilmiştir. Yani yetkiyi elinde tutan kişi yetkisi kadar da sorumludur. Bu denge, söz konusu toplumlarda kişiler veya makamlar arasında net bir sınır çizilmesine de imkân sağlamaktadır. Basitçe söylersek kararı kim aldıysa sonuçtan o sorumludur. Bizim gibi gelişmekte olan toplumlarda ise bu konuya pek dikkat edilmez. Hatta yetkilinin sorumlu olamayacağı gibi yaygın ve yanlış bir kanaat te vardır. Genel olarak; ?Davul sende tokmak bende?, ?İyi olursa benden kötü olursa senden?, ?Karar benim sonuç senin?, ?Ben beyazım sen siyah? gibi bilinçaltı mesajlarla güdülenirler?

Evde, kadın erkek fark etmez, biri karar verici olmak ister ama kararların sonucunu göğüsleyecek cesareti yoktur. Falanca semte taşınmayı ister ama mahalle huzursuz çıkınca, ortaya çıkan olumsuzluğu sahiplenemez ve ötekini problem çözücü olarak görevlendirir. İnternetten sipariş verir ama mal bozuk çıktığında problemi ötekine çözdürür. Hangi aracın alınacağına karar verir ancak sorunlu bir araç alınmışsa sanayi aboneliğini ötekine yıkar. Çocuğa A şeklinde davranır ama çocuk bu nedenle agresif olunca ötekini jandarma olarak görevlendirir. Sanırım anlatabiliyorum?

İşyerinde şef ya da patrondur, doğal olarak o birimde son kararı o söyleyecektir. Karar verir, sonuçta birkaç olumsuzlukla karşılaşılınca üst ya da astlardan birini suçlar ama asla sonucu göğüslemez. Çünkü hiçbir işin mükemmel olamayacağını anlamazlar. Olayı eksi ve artısıyla kabul edip, toplam kalitenin ne olduğuna bakamazlar. Seyahatte, gidilecek yeri, vasıtayı, oteli bunlar seçer, sonunda birkaç şey mutlaka aksar ama bunu dünyanın sonu imiş gibi görürler. ?Eh, elimden buydu? deyip durumu erdemlice kabullenemezler. Suçlayacak birilerini mutlaka bulurlar, bulamazlarsa, belediyeyi ya da devleti suçlar, düzenin bozuk olduğundan dem vururlar?

Bu örnekler çoğaltılabilir. Değişmeyen şey şu; bu insanlar mükemmeliyetçidir ve %20´lik kusur bile onları ölümüne rahatsız eder. Yanlarında her zaman suçlayacak birini tutarlar, asla da ayrılmak istemezler.  Çünkü bu kişi onların can yeleğidir. Zor durumda onu suçlu gösterirler, bir tür günah keçisi yaparlar. O olmayınca suçu kime atacaklarını şaşırırlar. Sanki kendisi asla kusurlu olamazmış gibi düşünürler. Bu insanlardaki temel çarpıklık, yetki ve sorumluluğun birlikte olacağını anlamamış olmalarıdır. Hiçbir taşın altına ellerini sokmazlar ama ne hikmetse kararı onlar vermek isterler. Onlarla birlikteyken garip bir tedirginlik ve güvensizlik duymanız mümkündür. Çünkü asla sorumluluk almayacaklarını, bir şekilde sıyrılacaklarını hissedersiniz?

Bunlar kifayetsiz ve muhteristirler, yani hem beceremezler hem de ihtirasları dinmez. Nasıl olsa sonuç iyi olunca üstlenecekler, kötü olunca ?öteki?ne yıkacaktırlar. Bu yüzden rahat gözükürler. Sorumsuzluğun dayanılmaz hafifliğini yaşarlar. Neyi yıktıklarını bile göremezler, çünkü artık kör olmuşlardır. Davranış biliminde bir temel kural vardır: ?Eğer kişi kendi hal ve tutumlarının sonuçlarına katlanmıyor ve her seferinde birileri onu kurtarıyorsa bu kişi asla büyümeyecektir.´ Bu tür insanların hayati kararlar almasına göz yumulamaz, ancak günlük meselelerde karar almaları için açık alan bırakmak gerginliği azaltabilir. Basit olumsuz sonuçlarda onlara şefkatle tebessüm etmek te gerekebilir. Mesele hayati olmadığı ve sonuçlar yalnızca kendilerini bağladığı sürece bırakın istediklerini yapsınlar. Ama onları asla kurtarmayalım ki kendi sonuçlarıyla yüzleşip büyüyebilsinler. Çünkü büyümek ancak acı ile mümkündür. Tıpkı büyüyen çocuklardaki kemik ağrısı gibi?