SAMİ DAYANGAÇ


VEDA

GÖZLEM - Sami DAYANGAÇ


Hani o bırakıp giderken seni

Bu öksüz tavrını takmayacaktın?

Alnına koyarken veda buseni

Yüzüne bu türlü bakmayacaktın?

 

Hani ey gözlerim bu son vedada,

Yolunu kaybeden yolcunun dağda

Birini çağırmak için imdada

Yaktığı ateşi yakmayacaktın

 

Gelse de en acı sözler dilime

Uçacak sanırdım birkaç kelime...

Bir alev halinde düştün elime

Hani ey gözyaşım akmayacaktın?

 

Tabii böyle acıklı bir hikâyeyi öğrenince eksik kısımları küçük bir hikâyeyle tamamlamak istedim.

Babası odanın kapısını açarken biraz duraksadı. Sessizce kapının kolunu aşağıya indirdi. Bugün daha iyi olması için dua etti. İnşallah hali vakti yerinde olur yüzü güler diye iç çekti. Tüm gün boyunca doyasıya ona sarılmayı düşünüyordu. O yüzden bütün işlerini iptal etmiş, akşama kadar onun yanında oturmayı planlamıştı. Eğer her şey istediği gibi olursa belki birlikte bahçeye çıkıp, o en sevdiği ağacın altında bile oturabilirlerdi. Bunun için sabahın erken saatlerinde bakıcısıyla birlikte masa ve sandalyeleri ağacın altına taşımışlardı bile. İçeriye girdiğinde odanın kalın perdesi boydan boya kapalı haldeydi. Karanlıktan hiçbir şey tam olarak seçilemiyordu. Uyuyup uyumadığını anlamak için biraz gözünün alışmasını bekledi ve usulca yatağın üstüne eğildi. Sanki tüm gece boyunca uyku girmemiş yan kıvrımlarından gözyaşı dökülmüş, kısık iki gözle karşılaştı. Altın sarısı uzun saçları, yastığın üstüne çıkmıştı. Eliyle kıyafetinin boyun kısmını elledi. Sırılsıklamdı. Kızı perişan halde gözüküyordu. Gözleri hemen yaşaran baba, kızının bu halini görmesini istemeyerek usulca eğildi ve dudaklarını alnına koydu. Öpmedi. Çünkü öpmek çok kısa bir andı. O bu anın hiç bitmesini istemiyordu. Dudakları kızının alnında öylece bekledi. Derin derin nefeslerle kokusunu içine çekti.

Bu aralar hep aklına gelen anıları tekrar gözlerinin önünde canlandı. İlk kızını daha bebekken havaleden kaybetmişlerdi. Eşiyle birlikte bu üzüntüyü atlatamamışlar neredeyse yıllarca birbirleriyle konuşmamışlardı. Sanki her ikisi de bu ölümden kendilerini suçluyor, birbirlerine karşı suçluluk duyuyorlardı. Her konuştuklarında bu konu açıldığından dolayı acılarını büyütmemek için sessizce yaşayıp gidiyorlardı. Ta ki yeniden çok sahibi olmak istemelerine kadar.

Kız eliyle babasının kolunu tuttu. Ancak baba dudaklarını kızının alnından ayırmadı. Ama biraz daha öyle durursa gözyaşları kızının alnına düşecek ve ağladığı anlaşılacaktı. Başını kaldırmadan boştaki elinin parmaklarıyla gözyaşlarını sildi. Yatağın yanındaki sandalyeye otururken kızının elini alıp yanağına koydu. Elleri alev alev yanıyordu. Belli ki tüm gece kimseyi uyandırmadan ateşler içinde yatakta kıvranmıştı. O kadar bitkin düşmüştü ki gülümsemek isterken bile yanakları bu isteğine cevap veremiyordu.

Çok kısık bir sesle,

“Dün gece annemi rüyamda gördüm baba.” diyebildi.

Babası ses çıkarmadan bir iç çekti ve gözlerini yerden kaldırmadı. Kızı devam etti.

“İlk kez bu kadar çok güldüğünü gördüm. Gel sana sarılayım diyordu.”

Babasının iç ağlayışı hıçkırıklara dönüştü. Eşini bir yıl önce, kızı henüz yeni hastalandığında kaybetmişlerdi. Aniden ateşli bir hastalığa tutulmuş ancak tüm ısrarlara rağmen tedavi olmayı reddetmiş adeta ölümü beklemişti.

Kızı güçlükle konuştu.

“Annemin öldüğü günü hatırlıyorum. Günlerce ağlamıştın. Şu son anlarımda senden bir şey istiyorum babacığım.” dedi

Babası ne istersen iste yeter ki sana bir şey olmasın der gibi başını salladı.

“Ben öldükten sonra ağlamayacaksın. Gözünden bir damla yaş bile düşmeyecek anlaştık mı? Bunu benim için yapabilir misin?” dedi.

Babası imkânsızı isteyen kızına baktı, ağlamaklı halini bastırarak ve dudağına düşen gözyaşlarını dudağını içe kıvırarak saklamaya çalışarak hafifçe yine başını salladı. Cebinden çıkardığı mendille önce yüzündeki yaşları sonra da henüz yeni yeni gözyaşlarından boşalmaya devam eden yaşları sildi. ‘Bak sana söz veriyorum asla ağlamayacağım’ der gibi kızının yüzüne baktı.

Kız çok zor nefes alıyordu. Adeta solunumu durmak üzereydi. Birkaç saniye içinde de nefes alış verişleri kesildi. Başı yana düştü.

Baba hıçkırıklar içinde kızını kucağına aldı. Kızın cansız bedeni halen daha ateşler içerisindeydi. Buna rağmen kızı battaniyeye sardı. Dışarıda üşümesinden korkuyordu. Evin kapısını dirseğiyle açıp bahçeye çıktı. Kızını sandalyeye oturtup, üstünü sıkıca battaniyeyle örttü. Yanı başında yere çöktü. Başını kızını kucağına yatırdı ve hıçkırıklarla ağlamaya başladı.

Başını kaldırıp kızının o güzel yüzüne bir kez daha baktı.

O zaman dillerinden bu sözler döküldü:

 

Hani o bırakıp giderken seni

Bu öksüz tavrını takmayacaktın?

Alnına koyarken veda buseni

Yüzüne bu türlü bakmayacaktın?

 

Allah kimseye evlat acısı vermesin...