ASIM CENGİZ GÜR


TELKİN VERMEK

TELKİN VERMEK


“Her nefis (canlı), ölümü tadacaktır” buyuruluyor, Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de. Dolayısı ile “Gel” diye emredilen canlılar, bu emre karşı gelemiyor ve gidiyor. “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn” biz Allah’tan geldik ve (hesaba çekilmek üzere) yine O’na döneceğiz. Bu hakikati göz ardı etmeksizin yaşayanlardan olmayı Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Allah’ın emri ile bu dünyadan göç edenlere karşı Müslümanların bir takım vazifeleri vardır ki, onlardan birisi de cenazesine iştirak etmektir. Hemen hepimiz bu görevimiz icabı, yakınlarımız, sevdiklerimiz, sevdiklerimizin sevdikleri için cenaze-defin merasimine katılırız. Son yıllarda, bu merasim esnasında vazife verilmiş veya vazifeyi üstlenmiş olan bazı kardeşlerimiz, telkin’in aleyhinde konuşmakta ve “ölü bizi duymaz dolayısı ile ölüye değil de, size telkin edeyim” diye sözü alıyor ve birçok şeyler söylüyor. Her ne kadar bunu halisane, samimi duygularla yapıyor olsa da, aslında çok da doğru yapmıyor. Keşke, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” babında, yine ölüye telkin verse de, biz hazır bulunan diriler de bundan ders alsak. Telkin’in illâ arapça yapılması zarureti de olmadığı için, ölüye söyleyeceklerini anlayacağımız lisanla söylese, kendi maksadı da yerine gelmiş olur.

Allah (c.c.) hepsinden razı olsun, TaberÂnî, İbn-i Asâkir ve Deylemi’nin kitaplarına aldığı, Ebû Ümâme’den rivayet ettikleri bir hadisi şerifte Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlar ki:

“Sizin mü`min kardeşlerinizden birisi öldüğü zaman; onu kabre koyup da üzerine toprağı saçtığınız zaman, sizden birisi onun başı ucunda ayağa kalksın, dursun ve desin ki:

`Ey falanca hanımın oğlu filân!`.

Çünkü, vefat eden kimse der ki, `Bizi irşad et! Allah sana merhametini, rahmetini ihsan eylesin, aman bize yardım eyle! Aman bize yol göster, aman bizi irşad eyle!`. Fakat siz hissedemezsiniz."

Evet biz hissedemeyiz, duyamayız ama Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) böyle buyuruyor. Başka hadis-i şeriflerde de geçiyor: Kabre konulan insan denize düşmüş, denizde çırpınan kimse gibidir, her yerden yardım bekler. Kabre konulunca, başucunda ayakta duran kimseye dua ederek, "Allah sana rahmeylesin, lütfeylesin; aman bana yardım et, yol göster! Aman bir şeyler anlat, söyle!" der. Fakat insanlar duyamıyor bunu; duyan duyuyor.

"Sonra o başucunda duran, telkını veren kimse desin ki: `Ey ölen kişi, ey kabirdeki kişi, hatırla! Dünyadan hangi iman üzere ayrılmış isen, onu hatırla! Dünyadan ayrıldığın zaman, öldüğün zaman üzerinde olduğun, sahib olduğun imanı hatırla! Hangi din üzereydin, hangi iman üzereydin, onu hatırına getiriver!`"

Azrail aleyhisselam, emaneti gelip alınca, ölüme inanan insanlar bile artık daha yakînden inanacak, “Vay başımıza gelenler!” diyecek. Heyecan ve korku içinde kalacak. Onun için ölene, "Aklını dağıtma, heyecanlanma, hatırla!" diyoruz. Neyi?

"Hani Allah`tan başka ilâh olmadığına şehadet ettiğini; (ve enne muhammeden abdühû ve rasûlühû) ve Muhammed`in de Allah`ın kulu ve rasûlü olduğunu hatırla! Onu söylüyordun ya, `Eşhedü en lâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû` diyordun ya, onu hatırla! Öleceğin sırada o söylediğin sözü, üzerinde bulunarak, sahib olarak vefat ettiğin o imanını hatırla, söyle: `Allah var, eşi, dengi, ortağı yok; Muhammed (s.a.v.) O’nun kulu ve Elçisi..`" "Tamam, bu inanç üzere ölmüştün ya ey kabirdeki, bunu hatırla!" Başka?..

“Rabbin’den hoşnut ve razı idin”. Hani sen bir de bunu söylüyordun. söylüyordun, içindeki duygular öyle değil miydi?.. Allah`ın rabbin olduğundan hoşnud ve razı idin, onu kabul ediyordun. Evet Rab olarak Allah’ı kabul ediyordun ve kul olduğun bilincinde idin ki bu ne kadar büyük bir devlet ve izzettir. "Sen hani onu da hatırla ki, `Ben Allah`a Rab olarak hoşnut ve razı oldum, onun Rabbim olduğunu bilerek, ona seve seve ibadet ederim.` diyordun ya..."

"Ve Muhammed`in de (s.a.v.) senin peygamberin olduğundan hoşnud ve memnundun”.

“İslâm`dan da din olarak son derece memnundun”, bağlıydın, hoşnuddun; İslâm dinin olduğu için son derece sürurluydun ya, bunları da hatırla!.."

"Kur`an`ı da imam olarak edinmiştin ya, onu da hatırla!.." İmam, önder, lider demek. Biz mü`minler Kur`an-ı Kerim`i kendimize rehber ve önder olarak seçmişiz. Ondan son derece memnunuz. Bu durumdan fevkalâde sevinçliyiz. "Ey kabirdeki, hani sen böyle düşünüyordun ya, işte bunu da hatırla!.."

Evet, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen bu hadis-i şerifte, bu dünyadan ayrılmış ve yeni bir dünyaya gözünü açmış, artık inandığı şeylerin hakikatine ermiş, dünya hayatındaki yaşantısı sebebiyle, hesabının çetin olacağının artık farkına varmış olan. “Allah sizi rahmetine erdirsin, beni irşad edin” diyen kardeşinize, onu irşad edin tavsiyesine uyarak :

"Hatırla, dünyadan sen Allah`tan başka ilah olmadığına, Muhammed`in onun kulu ve rasûlü olduğuna şehadet ederek ayrılmıştın ya... Allah`ın rabbin olduğuna razı idin, onu hatırla!.. Muhammed`in peygamberin olduğuna razı idin, onu hatırla!.. İslâm`ın dinin oluşundan memnun ve razı idin, onu hatırla!.. Kur`an`ın önderin ve rehberin olduğuna inanıyordun, onu hatırla!.." diyeceğiz. Bu her Müslümanın ölen Müslüman kardeşine karşı vazifelerinden birisidir ki, içlerinden birisinin bu vazifeyi yerine getirmesi gerekir.

Bu telkini ölen kardeşimiz için yapacağız ama Sevgili Peygamber Efendimiz’in bu nasihati karşısında biz de duygulanmalı, hayatın ve ölümün farkında olmalı, kulluk bilincine kavuşmalı, aklımızı başımıza devşirmeli, bir nefis muhasebesi yaparak Allah’ın sevdiği kulları arasına dahil olabilmek için gayret sarf etmeliyiz.

Yüce Allah (c.c.) imandan ve Kur’an’dan ayrılmaksızın emaneti teslim edebilmemizi ve hesabımızı kolay verebilmemizi nasib ve müyesser eylesin.