ASIM CENGİZ GÜR


TEKFİR ETMEK

TEKFİR ETMEK


Hafta başından bu yana iman ile ilgili notları aktarıyoruz. İman sözlükte, “bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, güvenlikte olmak, şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve yürekten inanmak” anlamlarına gelir. Terim olarak ise, Hz. Peygamber’i, Allah Teâlâ’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde (zarûrât-ı dîniyye) tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir. İman Yüce Allah’ın insanlara bahşettiği en büyük nimettir. Çünkü iman, geçici olarak bulunduğumuz bu dünyada ve ölümsüz bir hayat süreceğimiz ahirette saadet ve selamete eriştirir. Ahirette, hesaplar görülürken yapılan işlerin karşılığı olarak ecirler ancak iman ile yaşamış ve iman üzere ölmüş insanlara nasip olacaktır. İman, inanılacak hususlar açısından icmâlî (kısaca ve toptan) ve tafsîlî (açık, geniş, ayrıntılı şekilde) iman olmak üzere ikiye ayrıldığı gibi ayrıca taklidi (delillere dayalı olmaksızın sadece çevrenin telkini ile meydana gelen) ve Tahkiki (Delillere, bilgiye, araştırma ve kavramaya dayalı) iman olarak da ayırılabilinir. Notlarımızda amelin, imanın ayrılmaz bir parçası olmadığını ve bu sebeple bütün dini esasları kalpten benimsemiş fakat çeşitli sebeplerle emirleri yerine getirmemiş veya yasakları çiğnemiş olan bir kimsenin bu yaptıklarını caiz görmediği müddetçe mü’min olduğunu, ancak günahkar duruma düştüğünü ifade etmiştik. Yine de, Kur’an-ı Kerim’de iman ile salih amelin yan yana zikredilmiş olması ve sevgili peygamber efendimizin (s.a.v.) uyarıları sebebiyle, amelsizliğin önce sevgisizliği sonra da dinden uzaklaşmayı doğurabileceği riskini hatırlatmıştık. İnsanların mü’min, kâfir ve münafık olarak üç gruba ayrıldıklarını ve aslında münafıklığında kâfirlik olduğunu aktarmış, küfür veya şirkten sakınılması gerektiğini ifade etmiştik. Ayrıca toplumumuzda bir hastalık olan, başka insanları küfürle, kafir olmakla itham etme hususuna dikkat çekmiş, bugünkü notlarımızın bu hususta olacağını belirtmiştik. Tekfir: Müslüman olduğu bilinen bir kişiyi, inkâr özelliği taşıyan inanç, söz veya davranışından ötürü kâfir saymak demektir. Her ne kadar bugün ceplerimizde ‘kafir’ kaşeleri taşıyor ve en ufak bir dil sürtmesi veya islama aykırı bir beyan ve hareket gördüğümüzde o insanın alnına basıyor isek de, İslam Hukuku açısından kendisini mü’min/Müslüman olarak tanımlayan bir kimseden bu sıfatın çıkartılması zordur ve esas olan o kişinin mü’min/Müslüman olarak tanınmasının sağlanmasının yollarını açmaktır. Bu sebeple kendisinden küfür işaretleri/sözleri sadır olan kimseler yanlış veya eksik bilgiden hareketle bunları söylüyor/yapıyor düşüncesi ile onlara kendilerinin de saygı gösterecekleri bir alim tarafından nasihat edilir, bilgilendirilir. Tâki küfür söz ve hareketinden dönsün de Mü’min/Müslüman olarak anılmaya devam etsin diye. Sevgili Peygamber efendimiz (s.a.v.) : Kim bir adamı ‘Ey Kâfir’ diye çağırır veya ona ‘Ey Allah’ın düşmanı’ derse; o adam da öyle değilse, bu söz söyleyenin kendisine döner (söyleyeni kâfir kılar)” buyurmuştur. Dolayısı ile ehliyetimiz olmadığı halde Müslümanları tekfirle itham etmemeli; birlik ve beraberliğimizin, kardeşlik ve dostluğumuzun yaygınlaşması ve pekişmesi önüne engeller çıkarmamalıyız, iyi bir iş yapıyoruz zannı ile kendimizi tehlikeye atmamalıyız. Bir kimseye kâfir demekle, o kişiyi İslam topluluğundan uzaklaştırmak, dışlamak ve bu sözü söylediğimiz kişiyi kâfirlere yaklaştırmak neticesi ortaya çıkar. Böylece haksız yere bir kimseye kâfir demekle önüne geçilemeyecek sonuçlara yol açılmış ve buna vesile olunduğu içinde yüksek cezalara müstehak olunmuş olur. Müslümanlar, kendisini Müslüman olarak tanıtan kimseleri dışlamamalı ve onda gördüğü hata, günah ve kusurları uygun bir lisan ile, kardeşçe uyarmalı ve onu o hatalardan kurtarmalıdır. Yüce Allah’ın has kullarından birisi, yanında bir mü’minin kusurları sayılıp kötü sözlerle anılınca şöyle sormuş: “Siz bir kardeşinizi derin bir çukura düşmüş ve çıkamıyor halde görürseniz ne yaparsanız?” Bağlıları cevaben: “Efendim bir merdiven uzatır, çıkmasını sağlarız” demişler. Bunun üzerine şöyle buyurmuş: “O halde bu kardeşinize de yardım ediniz”. Kıymetli okuyucularımız! Hayatın bir gerçeği olarak biliyoruz ki, ‘Hatasız kul olmaz’. İnsanları ailemizdendir diye, mahallemizdendir diye, meslektaşız diye, iş arkadaşıyız diye, hemşehriyiz diye, aynı ülkenin insanlarıyız diye, Müslümanız diye, Adem atamızdan bir soydan geliyoruz diye, seveceğiz. Bu sevgimiz kendi nefsimize istediğimiz gibi bu kardeşlerimizin de dünyada ve ahirette mutlu olmalarını temenni etmemize sebep olacak. Nimetlere erebilmenin yolunun imanlı ve itaatkar kullar olarak elde edilebileceğini unutmadan öncelikle kendi nefsimize ve sonra en yakınımızdan başlayarak en uzaktaki insana bile uygun bir lisan ve uygun bir metodla anlatacağız, uyaracağız. Bu işe emr-i ma’ruf nehy-i anil münker vazifesidir ki, her Müslümanın üzerine bilgi, görgü, müktesebatı nisbetinde farzdır. Yüce Allah bizleri iman ile yaşatsın ve ondan ayırmasın. Dünyada ve ahirette saadet ve selamette kılsın.