İMBAT MUĞLU


SURİYE BARIŞI

13.01.2021


Son yüzyılın en dramatik insani krizlerden birini ortaya çıkaran Suriye Savaşı ülke sınırlarını aşarak küresel bir mesele olarak dünya gündemini on yıldır meşgul etmektedir. Suriye ile 910 km sınırı olan Türkiye, bu insani krizden en çok etkilenen ülke olmuştur. Türkiye bir yandan yaklaşık 4 milyon Suriyeliyi sınırları içerisinde diğer bir yanda da yaklaşık 8 milyon Suriyeliyi ise huzur ve barış için tesis ettiği harekât alanları ile İdlib bölgesinde oluşturulan kamplarda yaşam mücadeleleri için her türlü destek ve yardımı yaparak barınmalarını sağlamıştır.

Türkiye, insani yardım dışında beka meselesi olarak gördüğü sınır hattında terör örgütü PKK/YPG’nin Suriye’yi bölerek kurmak istediği terör devletinin kurulmaması için de ayrıca mücadele etmektedir. Bu mücadele sadece Türkiye yararına değil aynı zamanda Suriye’nin de yararınadır. Çünkü bu mücadele ile Suriye’nin bölünme tehditti ortadan kalkmış olmaktadır. 15 Mart 2011’de bir grup gencin düzenlediği rejim karşıtı barışçıl gösterilerle başlayan Suriye iç savaşını Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 2015 yılında almış olduğu 2254 sayılı karar ile durdurmak istemişti. Savaşın başlangıcı ile alınan bu karar arasında geçen 4 yılda yüz binlerce insan öldü, milyonlarcası ise evlerini, yurtlarını terk etti. Dünyada birçok ülkenin bu dramatik savaşı bir futbol müsabakasını izler gibi izlemeleri ülkede barışın sağlanmasını geciktirmiştir. Kimine göre bu gecikmenin bilinçli yapıldığı yöndedir.

Peki Suriye’de kim ne istiyor? Nusayriler, Esed ile iktidarda kalmayı isterken, Sünniler, çoğunluk yönetimini ve demokrasiyi istemektedirler. Hıristiyanlar ve diğer dini ve mezhepsel azınlıklar güvenlik istemektedirler. Kürtler ise, yüksek özerklik talep etmektedirler. Bununla birlikte barışın gelemeyiş ve Esed rejiminin halen iktidarda olma nedenlerinden en önemlisi muhaliflerin birlik olmamasıdır. Muhaliflerin oluşumunda ilk gruplar genellikle Suriye topraklarını terk etmiş kişilerden oluşmuştur. Bu oluşan gruplar ilk önce bölgesel yerleşmelerine göre sonrasında ise etnik ve mezhepsel gruplar olarak oluşmuştur. Muhalifler arasında bu derin ayrılıklar öyle bir hal almış ki Arap gruplar arasında Nusayri ya da Sünni, Türkmen gruplar arasında Şii ya da Sünni, Kürtler arasında ise; Barzaniciler, Apocular veya Özgürlükçüler diye birbirinden farklı birer grup olarak taraf olmaya başladılar. Oluşan bu ayrık gruplar arasında akraba ve aşiret kayırmacılığı had safhada olmuştur. Hal böyle olunca muhalifler arasında ciddi bir güven problemi ortaya çıkmış rejime karşı direnişleri sekteye uğramıştır. Suriye’de muhalif tarafın başarılı olamamasının sebeplerden biri de; Suriye’ye barış ve huzurun gelmesi için tek şartın Esed’in gitmesi şartının olmasa olmaz olarak kabul edilmesidir. İran ve Rusya, Esed rejimine diplomatik, askeri ve finanssal açıdan her türlü desteği aralıksız devam etmektedir. Suriye, adeta hem Rusya hem de İran’a bağımlı bir hale gelmiştir. Oysa muhaliflere olan destek ülkede dengeleri değiştirmeye yetecek güçte olamamıştır Suriyeli muhaliflerin zayıflayan gücü ve DEAŞ ve benzeri örgütlerin usandıran şiddeti arasında sıkışmış ve anlayamadıkları ya da kontrol edemedikleri olayların bir parçası halini almışlardır. Suriye içerisindeki muhalif kesimin giderek radikalleşmesi, DEAŞ ve benzeri radikal örgütlere eğilimin artması sonucunu doğurmuştur. Önemli bir sebepte yakın tarihte Arap Baharı yaşayan ülkelerde kaybedenlerin, kazananlar tarafından yargılanıp ağır şekilde cezalandırılması gerçekliğini gören çatışan yerel kesimler benzer yöntemlerle yargılanmayı ve cezalandırmayı istemediklerinden savaşın bitmesini istememektedirler. Suriye savaşının bitmemesinin en önemli nedenlerinden biri de savaştan nemalanan iç ve dış odaklarının varlığıdır. Savaşın bu kadar uzun sürmesinin nedenlerin arkasında hem muhalifleri destekleyen hem de Esed rejiminin arkasında olan küresel ve bölgesel aktörlerin çıkarları dikkate alınmalıdır. Bu güç odakları her türlü silah tüccarlığı, petrol kaynaklarını kullanma, stratejik konuma haiz bölgeleri terör örgütleri vasıtası ile elinde tutma, insan kaçakçılığı, uyuşturucu ve sigara kaçakçılığı gibi birçok gayri meşru işleri yapmasından dolayı savaşın bitmesini asla istemezler. Ülkesel olarak dış odaklarına bakıldığında ise başı ABD, Rusya, İran ve İsrail çekmektedir. ABD’de terör örgütü PKK/YPG aracılığı ile Ortadoğu da bir kara ordusu oluşturarak bölgeyi dizayn etmeye çalışmaktadır. Rusya 1000 yıllık hayali olan sıcak denizlere açılmayı bu savaş ile bunu gerçekleştirdi adeta Akdeniz’e kıyı ülke olma durumuna geldi. İran ise özellikle Saddam’ın devrilmesinde sonra Irak’ta tesis ettiği mezhepçi bir yönetim anlayışı ile Suriye devlet yönetimi üzerinde hâkimiyet kurarak bölgede söz sahibi olmak istemektedir. İsrail yıllardır başta Suriye’ye ait Golan Tepeleri’nin işgali ile devam eden çatışma ortamını biraz daha derinleştirmek, Suriye’nin yıpranması hatta parçalanmasını sağlamak ile birlikte İran’ın Esed rejimi üzerinde ki hâkim gücünü kırarak İran’ın Suriye topraklarında kalmasına müsaade etmemektir. Bu ülkeler dışında birçok silah tüccarı devlet ile birlikte Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya, BAE gibi daha adını sayamadığımız onlarca ülkede savaşın sürüncemede kalmasına katkı sağlamaktalar. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Suriye’de barışın tesis etmek konusunda yetersiz kalmaktadır. Ne rejim, ne muhalif gruplar ne de diğer taraf ülkeler üzerinde etkisi olmadığı gecen zaman dilimi göstermiştir. Onuncu yılında olan Suriye savaşında şimdiye kadar maalesef bir uzlaşma sağlanmadı. Bu anlayış ve yöntemlerle devam etmesi durumunda bir uzlaşı ya da barışın tesis edilemeyeceği net bir şekilde ortadadır. Geçen yıllar göstermiştir ki ne muhalifler ne de Esed rejimi tüm ülkede hâkim olacak güce ve yetkinliğe sahip değildir. Suriye’de masum özgürlük talepleri ile başlayan süreç, kısa zamanda bir iç savaşa evirilmiş, ardından bu savaşa taraf olan yabancı devletler ve devlet dışı güç odakları ile bir vekâlet savaşına dönüşerek daha bir derinleşmiştir. Birçok grup ve devletlerin çıkar çatışmalarının kesiştiği bir alan olan Suriye’yi gelecekte nelerin beklediği halen bilinmemektedir. Ayrıca terör örgütü YPG/PYD/PKK'nın baskısı ve zulmünden kaçan 100 binlerce Kürt’e ev sahipliği yapan tek ülkenin Türkiye olduğu ve Suriye Kürtlerini sözde temsil etme iddiaları olan terör örgütü YPG/PYD/PKK'nın kanlı ve kirli yüzünü tüm tarafların bildiği halde halen bilinmezlikte gelmeleri düşündürücüdür. Bu sebeplerden dolayı önerim şudur: Uluslararası güçlerin Suriye Kürtleri’nin nasıl garanti altına alınacağı çalışmalarına bu kanlı örgütün taraf ya da temsilci olarak kabul etmemeleri gerekmektedir. Bunun yerine Suriye’nin toplumsal, siyasal ve demografik yapısını iyi bilen Kürtlerin katılımı sağlanmalıdır. Bölgede huzur ve barışın tesis edilmesi için bütün tarafların samimi davranması gerekmektedir. Kamuoyuna farklı arka planda farklı senaryolar sunulmamalıdır. Bu anlamda da, barışın sağlanması adına BM nezaretinde oluşan bir komisyon altında öncelikli olarak yerel tarafların katılımı sağlanmalı. Suriye’nin tüm bölgelerinden siyasi ve askeri olmayan hem rejim taraftarı, hem muhalif taraftarı olan aşiret ve dini liderler, doktorlar, öğretmenler ve avukatlar gibi toplum tarafından güvenilen kimseler bu çalışmalara katılmalıdır. Suriye savaşı, uzun yıllar devam etse bile, mutlaka bir gün bitecektir. Savaş ile geçen her gün, başta Suriye halkına, sonrasında ise milyonlarca Suriyeliye ev sahipliği yapan, Suriye topraklarının bölünmez bütünlüğünü savunan tek ülke olan Türkiye’ye zarar vermektedir. Tarihi ve kültürel bağlar dışında kardeşlik bağımız olan Suriye’nin barışı için durmak yola devam diyoruz…