VELİ ALTINKAYA


NUH NACİ YAZGAN (2) (Tekrar)

Gündem - Veli Altınkaya


?Düşündük ki, Maliye Bakanlığı kolaylık göstersin. Siz gidin fabrikayı teslim alın. Çalıştırın. Ne imkânlar sağlıyor görün. Sizin için uygun olabilecek şartlar nedir, araştırın. Sonra karşı karşıya geçelim, uzun vade içinde bu fabrikaların mülkiyetini de devredelim. Hem memleket kazansın hem siz kazanın, hem de halk sıkıntısını çektiği bir mala kavuşsun.?

?Her halde yapabilirim? dedi Nuh Naci.

Celâl Bey memnun oldu.

?Gidin dostum. Adana´ya gidin. Güvendiğiniz insanları da etrafınıza toplayın. Başka Kayserilileri de götürün. Devlet size imkânlar gösteriyor, yardım vaat ediyor. İşlemeyen çarkları döndürün.?

Sonra, daha ciddi bir tonla konuşmağa başladı.

?Şunu biliniz ki Nuh Naci Bey, Ulusal Savaş bitmemiştir. Şimdi yeni başlıyor. Çalışmalarınız, cephede siperde çarpışan askerin fedakârlığı ve kahramanlığı ölçüsünde değer taşıyacaktır.? ***

Alber Diyab´la Corç Lütfullah acentanın önünde gölgeliğe oturmuşlar, kahve içiyorlardı.

Alber Diyab:

?Buyurun ağalar, bir kahvemizi içmez misiniz?? diye Nuh Naci ile Nuri ağayı yoldan çevirdi.

Corç Lûtfullah:

?Hayırlısı olsun, fabrikayı almışsınız, çok sevindik? dedi.

?Soktuk başımızı bir derde bakalım? dedi gülerek Nuh Naci.

Buyur edilen iskemlelere oturdular.

?Serinmiş burası? dedi Nuri Ağa.

Alber Diyab da hayırlar diledi. ?Çok memnun olduk duyunca? dedi.

Nuh Naci bir şekeri az kahve ısmarlarken şapkasını çıkarıp mendiliyle alnını sildi.

?Ankara´dan başımıza saldılar? dedi, ?Celâl Bey de üsteleyince kıramadım.? Nuri Ağa:

?Bakalım nasıl çıkacağız altından? dedi. ?Yabancı olduğumuz bir iş.?

Alber Diyab başını sallayarak güldü:

?Çıkarsınız... Çıkarsınız... Sizin için iş olsun da...? dedi.

?Ya herrü ya merrü? diyerek kalın kalın güldü Nuri ağa.

?Valla, dedi Corç Lûtfullah, Simyanoğlu fabrikasını öyle metrûk bırakmak günahtır. Ankaradakiler iyi düşünmüştür. İnsan tarla aldı mı içine, motör aldı mı kıçına oturmalı. Fabrikayı çalıştıran ona sahip olacak, işin başında duracak. Öyle uzaktan olmuyor bu işler. Kimin aklına gelmişse bu formül, iyi bulmuşlar. Bir taraftan çalıştırır, bir taraftan ödersiniz. Hükümet de sıkıştırmadıktan sonra...?

?O bakımdan çok kolaylık vaat ettiler doğrusu? dedi Nuh Naci:

?Şöyle bir gezip gördük her şeyi. Durum fena değil. Celâl Bey´in desteği de bize cesaret verdi. Sen tanıdığın Kayserililerle bu işi yoluna korsun dedi bana. Tıkır tıkır işleyecek bir fabrikanın böyle bir zamanda boş yatması memleket severlik değil dedi. Kolları sıvayıp daldık içine bakalım.?

?Seyit Ağa ile Mustafa Ağa´yı da almışsınız aranıza duyduğumuza göre? dedi CorçLûtfullah.

Kolay kolay gülmeyen Alber Diyab gevrek bir kahkaha attı:

?Desenize Kayseri takımı eksiksiz tamam...?

?Adanalılar gibi sitemli konuşuyon? dedi... Nuri Ağa, gülerek.

?Yemeyenin malını yerler? dedi Alber Diyab.

Nuh Naci kızar gibi yaptı:

?Aman duyan muyan olur, başımıza iş sarma Alber efendi,? dedi. ?Bizim kimsenin malını yediğimiz mediğimiz yok. Kimse çıkmamış ortaya. Fabrika öyle ortada kalmış eşek ölüsü gibi. Milletin beze ipliğe ihtiyacı var şu dar zamanda dediler, bizi ortaya saldılar, aman gözünü seveyim, fena mı ettik??

?Fena olur mu? dedi Alber Diyab ciddileşerek, ?elimizden bir yardım gelirse...?

?Ne demek kardaşım, sizin yardımınız olmadan olur mu bu işler? dedi Nuri Ağa.

Corç Lûtfullah da destekledi:

?Elimizden geleni esirgemeyiz şükür? dedi.

?Bilmem mi!? dedi Nuh Naci.

Rumlar ve Ermeniler çekildikten sonra, 1920´lerde Adana piyasasında Lübnanlı Hıristiyan Arapların ağırlığı artmıştı. Corç Lûtfullah da Alber Diyab da Lübnanlı Katolik Hıristiyan iş adamlarıydı. İhracat işleriyle uğraşırlar, acentalık yaparlar, dil de bildikleri için Adanalı Müslüman tüccarların eli ayağı gibi iş görürlerdi. Corç Lûtfullah o sıralar Adana pamuk piyasasının kralı sayılırdı. Londra pamuk borsasını bir o takip eder, telgraflar çeker telgraflar alır, büyük çiftçilere ve tüccarlara dünya fiyatlarını bildirerek piyasayı elinde tutardı. İtibarı yüksekti. Adana´nın dünya ile ilişkisini kuran adam olarak en başta Corç Lûtfullah bilinirdi. Bunun domuzuna farkında olan Hıristiyan Arap, son derece mağrur davranır, öyle herkese yüz vermezdi. Ama iyi adamdı. Dürüsttü. İşi düşeni boş çevirmezdi. O soğuk tavırların arkasında iyi bir yüreği olduğu bilinirdi.

Alber Diyab ise hem pamuk ihracaatı ile uğraşır hem de otomobil, traktör, makine yedek parça satardı. Birçok yabancı firmanın temsilcisiydi. O günlerde bütün Türkiye´de motorlu araçların sayısı 7 ? 8 bini geçmezdi. Adana´da da, yabancıların heveslendirmeleriyle tarımda bazı buharlı makineleri kullanan, toprağın bir kısmını traktörle süren, Avrupalılığı belli olsun diye otomobil satın alan büyük toprak sahipleri, zengin aileler yok değildi. Alber Diyab onların ihtiyaçlarını karşılayan iş bilir bir tüccar olarak itibar görürdü. Bekâr yaşardı. Muhafazakâr, son derece kurallara bağlı, tutumlu, mazbut yaşayışlı bir Hıristiyandı. Adanalılar tarihin çok eski zamanlarından beri dinler, ırklar, soylar karışımı bir yaşayışı benimsediklerinden, sadece önem verdikleri değer yargılarıyla insanları tartarlar, Hıristiyanmış Müslümanmış ayırımı yapmazlardı. Bu iki Lübnanlı da kişilikleriyle saygı uyandıran Hıristiyanlardı.

Alber Diyab:

?Size fabrika alım işlerinde, pamuk borsasında ve piyasa izlemede becerikli, çalışkan, güvenilir bir adam lâzım? dedi.

?Bize daha neler lâzım...? dedi Nuh Naci, başını sallayarak.

?Böyle bir adamım var demek mi istiyon?? diye sordu Nuri Ağa.

?Bana kalırsa tam size göre, üstelik de Kayserili, daha sizin takımdan sayılmaz ama kan kırmızı? diye güldü Alber Diyab.

?Bildim kimi dediğini? dedi Nuri Ağa.

Alber Diyab keyiflendi. ?Bilirsin ya, herif ateş gibi, elbette bilirsin?

?Hacı Ömer´i diyon? dedi Nuri Ağa. ?Tam işinize yarayacak bir adam? dedi Alber Diyab.