VELİ ALTINKAYA


NE YAZAYIM?

GÜNDEM - Veli ALTINKAYA - Tekrar Yazıları


Dün OSB Başkanı Ahmet Hasyüncü’nün basın toplantısına gidecektim yoğun trafik nedeniyle gidemedim. Bu satırları yazmak için bilgisayarın başına da tam 17:00’da oturdum.

Saat geçtiği için yazı yazmayı hiç istemiyordum. Gazetemizin ana sayfa direktörü Duran, “Abi yaz ki Hayriye Hanım yerini ayırmış” dedi...

“Ne yazayım?” dediğimde gözüm camdan dışarı ilişti. Muhtemel ki benim gibi soğukla arası pek olmayan orta yaşlı biri, kafasını adeta paltonun içine çekmiş, aldığı nefes 100 metre uzaklıktan hissedilecek bir tarzda yürüyordu. O dakikada sıcaklık eksi 5 dereceyi gösteriyordu. Sabah arabaya bindiğimde ise sıcaklık eksi 6 idi.

Kayseri gibi mütedeyyin insanların ağırlıklı yaşadığı bir şehirde acaba o dakikada kaç kişinin evinde yakacağı yoktu.

Acaba kaç kişi karnı aç Yaratıcı’nın kendisine tahsis ettiği rızka ulaşmaya çalışıyordu.

Ve o gün acaba kaçımız Peygamberler Peygamberi’nin “Komşusu açken, komşusunun yakacağı yokken tok yatan, sıcacık evinde, işyerinde oturan bizden değildir” hükmünü idrak halindeydi...

Öğle saatlerinde hava biraz ılımandı. Adliye önündeki otoparka arabamı park ettim. Gözüm kenarda duran iki kuşa, serçeye ilişti... Demir korkulukların kenarında kurumuş halde duran birkaç otun kökünü gagalıyorlardı... Ama bir seremoni dahilinde yapıyorlardı bunu. Önce biri, sonra diğeri.

Yani ‘eşref-i mahlûk’ olarak yaratıldığına inandığımız, ama maalesef zaman zaman ‘bel hum adal’ noktasında gördüğümüz insanlarla mukayese edemeyecek ritimde bir uzlaşı, hoşgörü, paylaşım içinde iki serçe...

Kuşlar böyleyken, etraftaki gördüğümüz insanların önemli bir bölümünün bir hırsla koşuşturduğunu gören gözler, hisseden gönüller gözleyebiliyordu.

Hayvanların kahır ekseriyetle karnı doyduktan sonra paylaşmayı öncelikli hayat tarzı kabul ettiği yer küremizin kendisini gerçek sahibi zanneden insanoğlu acaba karnı doyduğu zaman aç olanları mı düşünüyor? Yoksa daha, daha fazlasını mı?

Ne sabır var, ne şükür.

Bulduklarına, varlıklarına şükretmeyenler bir gün ellerinde ne varsa kaybolup gittiğini görürler.

Yokluklarına karşı sabretmeyenler de bir iman ve teslimiyet testine tabi olduklarından bihaber, yaratılış gayesinden uzak ‘ben neyim bu hal neyin nesi?’ sualinin cevabından uzak rüzgara kapılan yaprak gibi kaybolup gidecektir.

Ne mutlu varlığına şükredebilene,

Ne mutlu yokluğuna sabredebilene...

Bu arada kimse zamane insanını, aşkla yanmış Allah dostları gibi buldukları zaman dağıtan, bulamadıkları zaman ise şükredenlerden görmeyi dilemesin... Onlar mutlaka her devirde vardır. Ama günümüzde namsız ve nişansız olarak aramızda gezerler...

 

BÜYÜKŞEHİR VE OSB İTFAİYESİ

Büyükşehir mücavirinin genişlemesinden sonra şehrin değişik bölgelerine de itfaiye merkezi yapılmaya başlandı. Eskiden hastane yakınında odaklanan itfaiye araçları şimdilerde şehrin dört bir yanında oluşturulan merkezlerden hareketle Allah korusun yangın ve kurtarmalara müdahale ediyorlar.

Büyükşehir Belediyesi itfaiye merkezinin yanı sıra bazı büyük şirketler ve bölgelerde de ayrıca itfaiye teşkilatı var. Mesela OSB’nin ayrı bir itfaiye teşkilatı olduğunu biliyorum. Büyükşehir’in bu bölgedeki itfaiye merkezi de Belsin’de OSB’ye 500 metre mesafede. Belsin’deki itfaiye merkezi ile OSB itfaiyesi birleşmeli. Allah korusun OSB’de bir yangın çıktığı zaman Büyükşehir “Bana ne arkadaş senin itfaiye araçların var, sen müdahale et” demiyor ya. Zaman güçlerimizi bölme değil, birleştirme zamanıdır.