ASIM CENGİZ GÜR


MİRAC GECESİ (1)

MİRAC GECESİ (1)


Kıymetli okuyucularımız. Bildiğiniz gibi Receb ayı içerisindeyiz ve ayın sonlarına doğru yaklaşıyoruz. Receb ayının 26 sını 27 sine bağlayan gece Mirac Gecesidir ve bu sene önümüzdeki Pazar gününü pazartesi gününe bağlayan gecedir. Yüce Allah, sağlık sıhhat ve afiyetle erişmeyi ve gerektiği şekilde geçirerek, yaşayarak ihya etmeyi hepimize nasib ve müyesser eylesin.

Bu gece Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) miraca çıkmış, çok büyük lütuflara ermiştir. Tabii miracın öncesinde olanlar, miraçta yaşananlar ve sonrası vardır. İnşaallah birkaç günlük notumuzda bunlara değinmeye, bunları aktarmaya gayret edeceğiz.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kabe-i şerifte, ‘Hatim’ veya ‘Hicr-i İsmail’ denilen yerde bulunuyormuş. Gidenlerimiz görmüştür, gitmeyenlerimize de Yüce Allah nasib etsin, kabenin bir tarafında yarım daire şeklinde çevrilmiş bir bölüm vardır. Aslında Kabe’ye dahil olmasına rağmen, yıkıldıktan sonra tekrar inşa edilirken malzeme yetersizliği sebebiyle dışarıda kalmış, ancak yeri belirlenmiş olan o yerde bulunuyorlarmış, Efendimiz (s.a.v.).

Aslında Mekke küfrün elinde ikende, Kureyş’in eşrafının, etkin idarecilerinin oturdukları, görüşmeler yaptıkları yer. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) orada bulunurlarken manevi bir hal meydana gelmiş ve yine Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bildirdiğine göre kalbi çıkartılıp zemzem suyuyla yıkandıktan ve içine iman doldurulduktan sonra tekrar yerine konuluyor. Bu hali bizim mevcut akıl ve bilgimizle anlamamız pek mümkün olmadığı için, neler hissettiğini, nasıl zevklendiğini ve etkilendiğini anlayamıyoruz. Bu olaydan hemen ardından hicretten bir yıl kadar önce bir Receb ayının yirmialtısını yirmiyedisine bağlayan gece Mekke’den, Mescid-i Haram’dan, Kudüs’e Mescid-i Aksa’ya bir gecede götürülüyor.

Kur’an-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyurulmaktadır:

“Kulu (Muhammed’i) geceleyin Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah)’ın şanı yüce (ve her türlü noksanlıktan uzak)tır. (Bunu,) kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (yaptık). Şüphesiz O, (evet) O (Allah), hakkıyla işitendir, görendir”.

Yüce Allah her türlü noksandan münezzehtir. Bu kâinatın sahibidir. Bu esrarı koyan zât-ı celildir. Ne dilerse öyle yapar. Hem her şeyi bilir, her şeyi istediği şekilde tanzim eder.

Efendimiz (s.a.v.)’i Mescid-i Haram’dan alarak götürdü. Mescid-i Haram Kâbe`nin olduğu mescid’dir. Ve orada her türlü edepsizlik haram, oraya her türlü hürmet göstermek vacib olduğu için Mescid-i Haram denilmiştir. Öyle mübarek bir mahal ki, Mekke`nin müşrikleri bile onun hürmetini bilirlerdi. Ona hürmetsizlik etmekten sıkınırlar ve hürmetsizlik edecek gibi olsalar, başlarına sabaha kadar ne belâ gelecek diye beklerlerdi.

Hemen hepimiz Kabe’ye düşman, Kabe’nin kendi emelleri önünde engel olduğunu düşünen Habeşistan`ın komutanlarından Ebrehe`nin hikâyesini. Sevgili peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in dedesinin yaşadığı yıllarda Ebrehe, "Bu Araplar niye bu Kâbe`yi ziyaret ediyorlar diye aklına ters gelmiş. Yemende tutmuş bir kilise binâ etmiş, altınlarla, yaldızlarla güzelce süslemiş. Gelip Kâbe`yi yıkacak, Mekke`nin ziyaret adetini, San`a şehrindeki kendi yaptığı mâbede döndürecek. Kâbe`yi yıkmak için, bir ordu tanzim etmiş, çıkmış yola. Kâbe`yi yıkacak, dümdüz edecek; bir daha orayı kimse ziyaret edemesin diye orayı yıkacak. O zamanın zırhlı mekanize araçları sayılabilecek fillerle desteklenmiş bir ordu ile geliyor. Ordu Mekke’ye yaklaşırken otlatlardaki hayvanları da gaspediyorlar, yiyecek ihtiyaçları için. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in dedeleri Abdulmuttalib’in de yüz devesini gaspetmişler. Abdülmuttalib kalkmış Mekke-i Mükerreme`den, Ebrehe`nin yanına, çadırına geliyor. İzin istiyor, diyor ki:

"Ey komutan senin askerlerin benim burdaki yüz tane devemi aldı, onları bana geri ver!"

Ebrehe şöyle tepeden bakıyor, diyor ki:

"Yâhu ben de sana kıymet veriyordum, kıymetli bir insan sanıyordum. Şimdi sen benim gözümden çok düştün. Benin senin şehrini yakmağa, yıkmağa geliyorum. Senin ibadethaneni yakıp harab etmeğe geliyorum. Sen `Aman, etme eyleme, benim bu mâbedimi yıkma!` diyeceksin, benim elime ayağıma düşeceksin, bana yalvaracaksın diye beklerken; sen hiç oralı olmuyorsun, gelmişsin, `Yüz tane devemi bana geri ver!` diye kendi malının tasasına düşmüşsün." diye karşılık vermiş.

Abdülmuttalib de demiş ki:

"Ben develerin sahibiyim; o Beytullah`ın (Kabe’nin) sahibi Allah`tır. O beytini korumasını bilir."

Ebrehe niyetlendiği şeye kalkıştı ve Kur’an-ı Kerim’in ifadesi ile :

"Yenik ekinlere benzediler” Yüce Allah Allah ebâbil kuşlarını gönderdi, üzerlerine taşlar attılar. Ve onlar içleri yenilmiş, yenilmiş, kalmış ekin taneleri gibi oldular. Mahvoldular, perişan oldular, def olup gittiler. Kâbe`yi yıktırtmadı Allah-u Teàlâ Hazretleri. Namazlarımızda okuduğumuz kısa surelerden “Elem tera” diye başlayan Fil suresi bu olayı anlatır. İnşaallah bu sureyi ve aslında öncelikle namazda okuduklarımızdan başlayarak tüm sureleri, Kur’an-ı Kerim’i anlayarak okumaya çalışmalıyız.

Mescid-i Haram’ın bulunduğu yer, Mekke peygamberler yatağı. Hazret-i Adem (a.s.)’ın çadırının olduğu yer, Nuh (a.s.)`ın olduğu yer, İbrâhim (a.s.)’`ın Mûsâ (a.s.)’ın gezdiği yer. Yüce Allah o beldeyi mübarek kılmış. Hürmet gösterilmesi gereken yer. Orada kavga olmaz, döğüş olmaz. Oraya gayrimüslim giremez! Ancak müslüman olanlar girer Mekke`nin arazisine...

İşte, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu mübarek, muhterem yerden, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksà`ya götürüldü.

Yarınki notlarımızda inşaallah devam edeceğiz. Yüce Allah (c.c.) o mübarek, muhterem beldelere gidebilmeyi ve faydalanabilmeyi, lütfuyla erişeceğimiz Mirac gecesini ihya edebilmeyi, dünya ve ahiret nimetlerine erebilmeyi hepimize nasib ve müyesser eylesin.