ASIM CENGİZ GÜR


KUTLU DOĞUMA DOĞRU (5)

KUTLU DOĞUMA DOĞRU (5)


Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in baba ve annesinin evlendiklerinin ertesi yıl meydana gelen olağan üstü bir olaydan dolayı Araplar bu yıla Fil yılı adını vermişlerdi. O yıllarda Yemen’de Ebrehe adında Yemenli bir Hıristiyan yönetimi ele almıştı. Kabe çok uzak diyarlardan farklı dinlerdeki insanları, özellikle de Arapları toplayan dini bir ziyaret yeri durumundaydı. Ebrehe, Kabe’nin yerini alması için ihtişamlı bir katedral yaptırdı. Bunun özellikle Arapların ziyaret yeri halini almasını istiyordu. Fakat beklenilen gerçekleşmedi. Araplar katedralle ilgilenmedikleri gibi, Kabe’nin yerini alması fikrine de tepki gösterdiler. Sonunda Araplardan bir adam geceliğin gizlice gelip katedrali pisletti.

Ebrehe, bunu duyunca, Kabe’yi yerle bir etmeye and içti. Büyük bir ordu ile Mekke’ye doğru yola çıktı. Ordunun önünde olağan üstü büyüklükte bir fil bulunmaktaydı. Yolda bazı Arap kabileleri onları durdurmaya çalıştıysa da, Habeş ordusu hepsini yenerek Mekke önlerine kadar geldi.

Ebrehe, Mekke tepelerine atlı bir grup gönderdi. Atlılar, yolda ne buldularsa aldılar. Bunların arasında, Abdulmuttalib’in 200 devesi de vardı. Bu sırada Mekke’de savaş konseyi toplanmıştı. Toplantıda düşmana karşı koymanın bir anlamı olmadığına karar verildi. Abdulmuttalib, elçi olarak Ebrehe’nin yanına gitti. Ebrehe Abdulmuttalib’i gördüğünde, o denli etkilendi ki, selamlamak için ayağa kalktı ve onun yanına oturdu. Tercümana, Abdulmuttalib’in bir şey isteyip istemediğini öğrenmesini söyledi. Abdulmuttalib, askerlerin 200 devesini aldıklarını ve geri verilmesi gerektiğini söyledi. Ebrehe şaşırdı:

“Seni gördüğüm zaman çok hoşuma gitmiştin ama konuşunca gözümden düştün. Senin dinin ve atalarının dini olan yeri bırakıp da 200 deven hakkında benimle konuştun. Ben de Beyt’iniz hakkında benimle konuşacaksın sanmıştım” deyince Abdulmuttalib:

“Ben develerin sahibiyim, Kabe’nin de bir sahibi vardır ve Onu koruyacak da odur” dedi. Bunun üzerine Ebrehe develerin geri verilmesini emretti. Abdulmuttalib, Mekke’ye geri döndü ve Kureyşlilere şehrin üzerindeki tepelere çekilmelerini tavsiye etti. Kendisi de Kabe’ye giderek dua etti ve sonra da Kureyşliler ile birlikte Mekke’nin dışındaki tepelere çıktı.

Ertesi sabah Ebrehe şehrin üzerine yürümek için hazırlandı. Süslenen fil, ordunun en önüne geçirildi. Fakat fil olduğu yere çöktü. Onu kaldırmak için ellerinden geleni yaptılar ama fil Mekke’ye doğru yürümeye yanaşmıyordu. Bu bile aslında yeterli bir uyarıydı fakat Ebrehe Kabe’yi yıkmayı o kadar kafasına koymuştu ki, uyarıları göremez hale gelmişti. Eğer geri dönmüş olsalardı, belki büyük felaketten kurtulabilirlerdi ama geç kalmışlardı. Birden batı tarafında gök yüzü karardı. Gökyüzü kuşlarla doluydu. Askerlerin üzerine çullandılar ve taşlamaya başladılar. Kurtulanlar, kuşların uçuşunun kırlangıca benzediğini ve her kuşun bir ağzında ikisi ayaklarında olmak üzere, kuru fasulye büyüklüğünde üç çakıl taşı taşıdığını söylediler. Bu olaydan Kur’an’da da şöyle bahsedilir:

“Görmedin mi nasıl yaptı Rabbin, (Kâbe`yi yıkmaya gelen) fil sâhiplerini (Ebrehe ve ordusunu)? Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı? Onların üzerine sürüler hâlinde kuşlar gönderdi. (Bunlar) onlara pişkin sert çamurdan (dolu gibi) taşlar atıyor(lar)dı. Derken (Allah) onları (Ebrehe ve ordusunu), yenmiş (delik deşik olmuş) ekin yaprağı gibi yapıverdi.”

Bu sûre, insanları orada toplamak için San`a (Yemen)`de bir kilise yaptıran ve gururlu-zorba bir tavırla ve siyâsî üstünlüğüne güvenerek İslâm`ın kutsal bir sembolü olan Kâbe`yi yıkmaya niyetlenen Habeşistan vâlisi Ebrehe ve ordusunun hâlini konu edinmiştir. (Burada, Ebrehe benzeri kimselerin otorite güç ve servetine güvenerek, İslâm`ın kutsal değerlerine saldırma veya anlarda mücâdele etme plânları hazırlamalarına karşı, bütün zamanlara yönelik, mühim bir uyarı vardır.)

O günden sonra Araplar Kureyşlilere “Tanrının halkı” adını verdiler ve daha çok saygı göstermeye başladılar. Çünkü Allah onların dualarını kabul etmiş ve Kabe’yi yıkılmaktan korumuştu.

571 yılında, bir yetim olarak dünyaya geldiğinde, Fil Olayının üzerinden henüz 50 ya da 55 gün geçmişti. Abdulmuttalib, Kabe’nin yanında kavminden bazı kimselerle otururken, müjdeci yanına geldi ve “Amine’nin bir erkek çocuğu dünyaya getirdiğini” bildirdi. Abdulmuttalib hemen gelininin yanına gitti. Torununu, bir kumaş parçasına sarılmış olduğu halde kucağına alıp Kabe’ye girdi. Verdiği hediye için Allah’a şükrettikten sonra, Onu annesine geri gönderdi.

Doğumun yedinci günü, develer ve koyunlar kestirilerek Mekke halkına yemekler yedirildi. Ziyafetten sonra, Kureyşliler Abdulmuttalib’e torununun ismini sordular:

“Ey Abdulmuttalib! Doğumu sebebi ile bize ikramda bulunduğun bu oğluna ne isim koydun?”

“Muhammed ismini koydum!” deyince :

“Niçin atalarının isimlerinden birini koymaya özen göstermedin de, “Muhammed” ismini koydun?” diye sordular. Abdulmuttalib:

“Gökte Allah’ın ve yerde de halkın onu övmelerini istedim” dedi.

Mekke’de, erkek çocuklarının, kırda yaşayan Arap kabilelerinden bir süt anneye verilmesi adet haline gelmişti. Böylece çocukların hem daha elverişli bir iklimde sağlıklı bir şekilde yetişmeleri hem de düzgün, pürüzsüz bir Arapça konuşmayı öğrenmeleri sağlanırdı. Mekke civarında oturan kabilelerden süt annelik yapabilecek olan kadınlar, her yıl yaz ve sonbahar mevsimlerinde Mekke`ye gelirler, yeni doğan çocukları ücretle emzirmek üzere alıp obalarına geri dönerlerdi.

Alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamber Efendimiz’e süt annelik yapacak ve kıyamete kadar anı hayırla anılacak Halime Hatun’un hikayesi de böyle başlıyor.

Yüce Allah (c.c.), Efendimiz (s.a.v.)’in şefaatine ermeyi nasib ve müyesser eylesin.