ASIM CENGİZ GÜR


KUTLU DOĞUMA DOĞRU (1)

KUTLU DOĞUMA DOĞRU (1)


Miladi takvim ile hicri takvim arasındaki en belirgin fark, bir günün bitmesi yeni bir günün başlaması saatidir. Bugün ülkemizde de kullanılan miladi takvim esasında gece 24:00 veya 00:00 günün yeni bir günün başlangıcı sayılır iken, islam kültüründe ise akşam ezanı vakti yeni bir günün başlamasını işaret eder. Dolayısı ile mesela bugün 2.Ocak.2014 Perşembe günü miladi takvime göre gece 24:00’de bitecek ve 3.Ocak.2014 Cuma gününe girilecek.  İslam kültürünün esas aldığı Hicri/kameri takvime göre ise bugün 1.Rebiü’l-evvel.1435 Perşembe günüdür ve bu akşam 16:36’da akşam ezanı vakti ile birlikte 2.Rebiü’l-evvel.1435 Cuma gününe gireceğiz.

Hepimizin bildiği gibi bu Rebiü’l-evvel ayının onikinci gecesi Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in doğum günleridir ki, bu miladi senede 12 Ocak Pazar gününü 13 Ocak Pazartesi Gününe bağlayan geceye isabet etmektedir.

Mevlid Kandili dediğimiz bu günü gecesi ve gündüzü ile ihya etmek isteyen Müslümanlar, Pazar’ı Pazartesiye bağlayan geceyi ihya etmeye (daha doğrusu gece ile ihya olmaya) çalışacaklar ve Pazartesi günü oruçlu olacaklardır. Gerçi, birçok bölgemizde yerleşmiş olan adet/usul nedense önceki gündüzü oruçlu ve o geceyi ibadetle geçirmeye yönelik olarak uygulanmaktadır. Yani bu seneyi örnek verecek olur isek, Pazar günü oruç tutmakta ve pazarı ve pazartesiyi bağlayan geceyi de ihya etmeye çalışmaktadır. Belki, bu da güzel bir davranıştır. Böylece geceye oruçlar açılarak girilmekte olduğu için bu da güzel bir davranıştır. ‘Ameller, niyetlere göredir’ buyurmuş Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.).

Yukarıda da belirttiğim gibi Yüce Allah nasib ederse ongün kadar sonra Mevlid Kandili’ne erişeceğiz. Bu süre zarfında size Mevlid/Kutlu Doğum ve öncesi ile ilgili notlar aktarmaya gayret edeceğim.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in nesebinin, Hazreti İbrahim aleyhisselam’dan gelmekte olduğu kaydedilmiştir. Hazreti İbrahim (a.s.), bugün Irak toprakları içinde yer alan ve zamanında Nemrud hanedanının başkenti olan “Ur Şehri”nde dünyaya gelmişti. Doğum yılının milattan 2100-1900 yıl öncesi olduğu tahmin ediliyor.

Saygın bir ailenin oğlu olan İbrahim (a.s.), peygamberlik vazifesi ile birlikte topluma irşad ve tebliğ vazifesine başlamış ve atası Âzer’e: “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni v ehalkını apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti. İbrahim (a.s.)’ın bu faaliyetleri, mevcud yönetimin, ailesinin ve toplumun kendisine karşı tavır alması, mücadelesinin engellenmeye ve bu işten vazgeçirilmeye çalışılmasına yol açtı.

İbrahim (a.s.): “Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle hala tartışıyor musunuz? Rabbimin hakkımda bir şey dilemesi dışında ben, O’na eş tanıdığınız şeylerden korkmam. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hala düşünüp öğüt almıyor musunuz?”, “Doğrusu ben, yüzümü birleyici olarak, tamamen gökleri ve yeri yaratan Allah’a çevirdim. Ben müşriklerden (O’na ortak koşanlardan) değilim” dedi.

İbrahim (a.s.) ile başa çıkamayacaklarını anlayan yönetim ve din adamları, “Eğer iyi bir iş yapacaksınız, ilahlarımıza yardım etmek için onu ateşte yakalım” dediler ve İbrahim (a.s.)’ı ateşle dolu büyük bir çukura atmaya karar verdiler. Ama, Allah (c.c.)’nun “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selamette ol” buyruğu ile ateş İbrahim (a.s.)’a bir zarar veremedi. Asırlardır insanlar arasında anlatılan mucize hemen hepimizin malumudur.

Yüce Allah’ın kudreti ile kurtulan İbrahim (a.s.) memleketinden hicret etmiş ve bugünkü Suriye ve Filistin’e, o günkü adı ile “Kenan İli”ne gitmiştir. Zaman, zemin ve şartları gözetmeksizin yıllarca din-i mübin’i yaymak için Irak-Suriye-Filistin-Mısır diyarlarında tebliğ ve irşad vazifesini yerine getirdi.

Kaynaklara göre İbrahim (a.s.) 85, hanımı Sare 76 yaşlarına gelmişler ancak hiç çocukları olmamıştı. Sare cariyelerinden Hacer’i İsmail (a.s.) ile nikahladı ve bu evlilikten doğan çocuğa İsmail adını verdiler.

Yüce Allah’ın emri üzerine İbrahim (a.s.) Haceri ve henüz süt çocuğu olan İsmail’i, bugünkü Mekke’nin olduğu yere bırakmasını vahyetti. İbrahim (a.s.) bu emir üzerine onları oraya götürdü ve bir ağacın altına bıraktı. Etrafta ne bir kimse, ne de su vardı. Kendilerine orada bırakıp giden İbrahim (a.s.)’ın arkasından seslenen Hacer :

“Ey İbrahim! Bizi hiç kimsenin ve hiçbir şeyin olmadığı bu ıssız vadide bırakıp, nereye gidiyorsun?” diye seslendi. İbrahim (a.s.) sessiz kalınca :

“Yoksa böyle yapmanı Rabbin mi emretti?” dedi.

İbrahim (a.s.): “Evet, Allah emretti” diye cevap verince, Hacer:

“Öyle ise Allah bize yeter. O bizi zayi etmez, himayesiz bırakmaz” dedi. İbrahim (a.s.):

“Ey Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, mukaddes ev olan Beytullah’ın yanında, ekinsiz, çorak bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılsınlar diye böyle yaptım. Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve onları çeşitli mevyeler ile rızıklandır ki, sana şükretsinler” diye dua etti.

Yanlarındaki suları tükenen ve İsmail’in susuzluktan kıvrandığını gören Hacer, yardım aramaya çıktı. Ancak etrafta kimseler yoktu. Safa ve Merve arasında yedi kere gidip geldi. Merve tepesine son çıkışında bir melekin yeri kazması ile su çıktı. Çıkan suyun etrafını çevreleyen bir yandan da “zem zem” (Dur-dur) diyen Hacer’in bu halini yıllar sonra anlatan Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Eğer Hacer, suyu kendi haline bıraksa idi, muhakkak ki o su akar, bir ırmak olurdu” buyurmuşlardır.

Önce Cürhümi kabilesi daha sonra başka kabileler sudan haberdar olunca, Hacer’e o civara yerleşmek için talepte bulundular. O da, suyun kendisine ait olması şartı ile yerleşmelerine izin verdi ve zamanla Mekke bir yerleşim merkezi oldu.

Yüce Allah (c.c.) bizlere de o mübarek beldelere gitmeyi, bu hatıralar ile ziyaretlerde bulunabilmeyi, kendi katında kabul olacak umre ve haclar yapabilmeyi hepimize nasib ve müyesser eylesin.