H. Ali YILDIRIM


Kurtlarla Dans

YENİ DÜNYA - H. Ali YILDIRIM


Kurt yalnızca bizim kültürümüzde değil diğer kültürlerde de hayvanlar âlemi içinde asil bir yerde durmaktadır. Meşhur Ergenekon Destanı, Türklerin Kurt ile kurdukları kültürel bağı da ifade eder. Kurt, Türk kavimlerine yol gösteren destansı bir liderdir ve İslamiyet’ten önce olması sebebiyle eski Türkler kurda biraz da tanrısal güç atfetmişlerdir. Bazı atasözleri kurdun asaletine işaret ediyor: ‘Ardından it havlamayan kurt, kurt değildir’, ‘Kurt puslu havayı sever’, ‘Kurtla sofraya oturan konuk mu yemek mi olduğunu bilemez’, ‘Gezen tilki yatan kurttan iyidir’, ‘Kurtla ortak olanın hissesi ya tırnaktır ya bağırsak’, ‘Kurt kışı geçirir de yediği ayazı bilir’, ‘Kurt atasından gördüğünü işler’, ‘Aslandan güçsüzdür ama kurt sirkte oynamaz’ şeklinde yüzlerce kurt atasözü vardır. Kurtlar tilki gibi kurnaz taktikçiler değil akıllı stratejistlerdir, ekip çalışmasında üstlerine yoktur. Belki bu yüzden ve de özellikle aslan gibi sirkte oynamamasından dolayı takdir toplamış olabilirler…

1990-Kevin Kostner yapımı bir film var, adı ‘Kurtlarla Dans’. (Aynı zamanda Kızılderili’nin kahramana verdiği isim) Oldukça kalabalık bir oyuncu listesi ve zengin bir dekoru var. İzleyince Holywood denen kurumun gücünü bir kez daha anlıyorsunuz. Yüzeysel baktığınızda, 1861-1865 yılları arasında 4 yıl süren Amerikan İç Savaşı zamanındaki Kızılderililerin durumunu anlatıyor. Filmdeki hikâyeyi düz okursanız aslında insancıl bir askerin Kızılderililerle dostluğu anlatılmakta. Yüzeyde böyle olsa da bana göre arka planda onların vahşi olduğu, beyazları kaçırdığı, at çaldığı, dilenci olduğu, kafa derisi yüzdüğü, beyazların özgürlüğünü kısıtladığı gösterilerek sizi ikilemde bırakıyor. Ayrıca, tabanca ile savaşmanın onların baltası yanında daha insancıl olduğunu düşündürtüyor. Bir taraftan da ABD ordusu ile işbirliği yapmayanın başına neler geleceği vurgulanıyor. Savaşan kabilelerden birine ateşli silah verince durumun nasıl değişeceği ve işgale rağmen nasıl dost kalınacağı çok net anlatılıyor. Ta o zamanlarda bile ordunun yiyecek, giyecek, silah ve mühimmat bolluğu içinde ve yenilmez olduğu propagandası yapılıyor. Aslında, Amerika’nın keşfedilmeyip, batıdan kaçanlar tarafından istila edildiği ve kafa derisi yüzme âdetinin kıtaya beyaz adamlarla geldiği gerçeği de saklanıyor. Toprakların asıl sahibi Kızılderililere 50 küsur eyaletten biri olma hakkı bile tanınmamışken şimdi dünyaya zorla demokrasi satmak istemek ne demekse filmin özü de o demek. Kuzeyin güneye olan zulmü de gizlenmiş çünkü para ve teknoloji kuzeylilerin elinde. Tam bir kurt yöntemi, bu defa senaristler babaanne kılığına giren kurt olmuşlar. Kurgu o kadar ustaca yapılmış ki, film bittiğinde ‘Beyaz’ın Üstünlüğü’ (White Supremacy) gizlice beyninize işleniyor. Filmin teması, Kurtlarla Dans (Filmin kahramanı) gibi düşünenlerin bu gerçeği değiştiremeyeceği yönünde ve aradan geçen 150 yıl sonra bugün bile insanlara silah verip birbirini kırdırmaları bunu doğruluyor…

‘Kurtlarla dans’ ya da ‘Kurtlar sofrası’ bizim şimdiki kültürümüzde zorlu kişilerle, çetin şartlarda, riskli pazarlıklar yapmak anlamında kullanılır. Tıpkı Devletimizin şu an kurtlarla Doğu Akdeniz ve Suriye denkleminde kurduğu ilişki gibi. Durum aynen bir kurtlar sofrasıdır, konuk mu yemek mi olduğunuz belli olmadığından son derece dikkatli davranmanız gerekiyor. Çünkü karşınızdaki güç, filmde “Kızılderili’nin hakkını teslim ediyormuş gibi yapıp aslında ‘ben üstünüm’ demesi” gibi çetrefilli bir algı oyunu oynuyor. Bu üzerinde durulması gereken ciddi bir konudur ve günümüzde olup bitenleri böyle okumak gerekiyor. Devleti yönetenler elbette bunun farkındalar bu konuda bir tereddüt yok. Sözüm, böyle netameli bir dönemde durumun ciddiyetini kavrayamamış olan ve süslü laflarla bilmeden karşı tarafın ekmeğine yağ sürenleredir. Basitleştirirsek, Suriye’de ortam puslu, neden? Çünkü kurt puslu havayı sever de ondan. Cevabı bu kadar basit, yoksa Daeş denen toplama terörist grup süper güce kaç gün dayanabilirdi? Böyle bir dünyada sanki gerçekten uygulanıyormuş gibi arada bir sarf edilen uluslararası hukuk, demokrasi, insan hakları vb. süslü laflara kanıp kanmadığınızı ölçmek istiyorsanız bu filmi iki değişik gözle izleyin. Birincisinde anlatılanı saf bir gözle izleyip sunulanı sindirin, ikincisinde ise satır arası mesajları okumaya çalışın, arada fark göremiyorsanız günümüzdeki uluslararası kara propagandayı da göremiyorsunuz demektir…