SAMİ DAYANGAÇ


KAHVE HAKKINDA

GÖZLEM - Sami DAYANGAÇ


 

Severek içilen ve yüzlerce farklı ağacı, çeşidi, işleniş şekli, kavrulma biçimi olan kahve nasıl ortaya çıktı? En fazla anlatılan efsaneye göre, Habeşistan (Etiyopya) orijinli olan kahveyi ilk keşfeden canlılar ‘keçi’lerdir. Rivayete göre, keçi ve deve sürülerinin çobanları güttükleri hayvanların garip bir ağacın meyvelerini yedikten sonra, daha canlı, hareketli olduklarını görünce, ”bunda bir hikmet var” diyerek durumu dervişleri Şazili’ye bildirmişler. Bu meyvenin suyunu kaynatıp içen Şazili’nin kendisi de aynı canlılığı duymuş ve kahvenin meziyetleri böylece anlaşılmış. Cezayir kaynaklarına göre, kahveyi keşfedenler arasında Şazili’yle birlikte İdris adı da geçiyor. Hatta ilk zamanlarda kahveye ‘Şazili’ adı verilmiştir. Fakat kahve ağacının meyvelerinin bugünkü anlamda sulu bir içecek haline dönüşmesi, ilk kez Yemen’de olmuş. İlk defa Sufiler kahve içmişler. İbadet ve zikir sırasında özellikle akşamları okurken uyanık kalabilmek için. Kahvenin anavatanı Etiyopya'nın Kaffa bölgesidir. Kaffa'daki ormanlarda yetişen Arabika kahve ağaçları, çekirdekleri işlenen ilk kahveler olarak bilinir.

Fırınlanma yöntemiyle elde edilen ve kahvenin Türkiye'ye gelmesine aracı olan bölge ise Yemen'dir. Hem Etiyopya'da hem de Yemen'de kahvenin keşfediliş şekli çok benzerdir.

Etiyopya'da o dönem köle ticareti yapılan yol üstünde yaya olarak yolculuk eden ve yorulan köleler, yol kenarındaki kahve ağaçlarının kırmızı meyvelerini çiğneyerek tükürürdü. Çiğnenen bu kırmızı meyve, kölelere enerji verir ve yolculuklarına devam etmelerini sağlardı. Bu durumu gören bazı tüccarlar da ağaçlardaki meyveleri ve meyvenin içindeki kahve çekirdeklerini toplayarak ticaretini yapmaya başladı.

Yemen'de ilk kez 13. yüzyılda fırınlanan kahvenin ortaya çıkışı da keçilerini otlatmaya götüren bir çobanın yorgun ve uyuşuk keçilerinin kahve ağacının meyvelerini yemesi ve canlanmasına dayanır. Çobanın bu durumu fark etmesiyle de kahve ağacının canlandırıcı ve rahatlatıcı meyveleri yayılmış olur.

Kaffa kelimesi Arapça'ya Qahwah olarak geçer. 15. yüzyılda Yavuz Sultan Selim döneminde Yemen Valisi olan Özdemir Paşa, Yemen'de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul'a getirir. Kahve, burada çok sevilir. Öyle ki sarayda 'kahveci başı' rütbeli bir çalışan bile olur. Padişahın kahvesini pişirmekle görevli olan kahveci başı, sır tutmasını bilen bilge kişiler arasından seçilirdi.

1600'lü yıllarda Türkiye'ye gelen Venedikli tüccarlar, kahveyle tanışır ve kahvenin Avrupa'ya taşınması bu şekilde gerçekleşir. İlk başlarda sokaklarda satılan kahve, 1645 yılında ilk defa İtalya'da bir dükkanda yani 'kahvehane'de satılmaya başlanır

Türkiye'ye Yemen'den, Avrupa'ya da Osmanlı'dan geçen kahve, Osmanlı dönemlerinde sarayın vazgeçilmez içeceği oldu. Kahve falının da bu dönemde çıktığı bilinmektedir. Saraydaki cariyeler, birisi hakkında dedikodu veya istihbarat yayacakları zaman bunu direkt söylemekten korktukları için gün içerisinde birçok kez içilen ve içe esnasında toplu halde bulunulan kahve saatlerinde kahve fincanına bakarak söylerler.

Zamanla bu durum yaygınlaşır ve kahve içtikten sonra fincana bakarak bir şeyler söylemek 'kahve falı' olarak tabir edilmeye başlanır.

Kahve, ilk defa Osmanlılarda Kanuni Sultan Süleyman devrinde yasaklandı. İkinci kez yasaklanışı, Sultan Murat III devrine rastlar. Bu yasak da uzun sürmedi. Karşı koyan din bilginleri ile kalem sahiplerinin ricası üzerine padişah 1587 yılında kahve yasağını kaldırdı. Galatalı Meşhure adlı eserin yazarı Halid Efendi’ye göre, kahve yasağının kaldırılmasına Şeyhülislam Bostanzade fetva verdi.

Erbabı, kahve hazırlanırken soğuk su kullanılması gerektiğini öncelikle vurguluyor. Tiryakiye yakışır bir kahve ağır ateşte 15-20 dakika pişirilmeli, cezve sık sık ateşe sürülüp geri çekilmelidir. Her fincan kahve için bir kaşık kahve ve bir kaşık şeker günümüzde kural haline gelmiştir. Nasıl pişirilirse pişirilsin köpüksüz bir Türk kahvesi düşünülemez. Eski Türk kahvesi ise genellikle şekersiz olurdu. Bunun yerine kahve öncesinde veya sonrasında tatlı bir şey yemek veya içmek geleneği vardı. Tatlı olarak şerbet gibi içecekler alındığı gibi reçel, şekerleme veya lokum da yenirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun etkisindeki Yunanistan, Makedonya, Yugoslavya gibi yerlerde ve Türkiye’de kadınlar tarafından Türk kahvesi genellikle şekerli olarak alınırdı. Bu bakımdan sade, yandan çarklı, orta vb. gibi isimlerle kırkı aşkın kahve pişirme şekli bulunmaktadır. Şayet kahvenin değişik ve güzel bir koku taşıması isteniyorsa fincanların dibine yerleştirilen bir mahfaza içine kokulu maddeden bir parça konulurdu. En çok yasemin, amber, karanfil ve kakula kullanılırdı.

Tıp yönünden kahvenin zararlarını belirten ilim adamları yanında, yararlarını belirtenler çoğunluktadır. Yararları şöyle sıralanabilir:

Kahve yemek üzerine içildiğinde, sindirimi kolaylaştırır. Bu yönüyle şekerli içmemek kaydıyla kilo almayı ve mide ekşimelerini önler. Asıl yararı hayali genişletir, hafızaya güç verir, hareket sağlar ve gevşekliği giderir. Kahvenin düşünceye açıklık getirdiği bir gerçektir. Şairler şiirlerini yazarlarken, yazarlar makalelerini hazırlarken, ressamlar tablolarını yaparlarken, kahve fincanları en yakın ve sempatik destekçileri olmuştur. Ünlü şair Eşref’in, hicviye yazmadan önce, iki çay dolusu kahve içtiği söylenir. Türk kahvesinin ayrıcalığını belirleyen noktaları özetlersek diyebiliriz ki; Türk kahvesinin (dozunda içildiği takdirde) sağlığı tehdit edecek zararlı yanı yoktur. Teskin edici ve dinlendirici özelliği vardır. Bir fincan kahvedeki 50 mg. kafein hemen vücuttan atılır. Bu bakımdan Türk kahvesi fincanı ideal ölçülere sahiptir. Bir fincandan fazla içildiğinde zihin açıcı, uyarıcı, enerji verici özelliği ön plâna çıkar. Yerinde ve zamanında içildiği zaman olağanüstü bir keyif verici olarak ün yapmıştır.