ASIM CENGİZ GÜR


İSLAM/BARIŞ -2

İSLAM/BARIŞ -2


Barış ve güvenlik olan İslam, bu barış, huzur ve güvenliğin sürdürülebilmesi için başta Müslümanlara hitap ederek bir takım davranışların yapılmasını ve/veya yapılmamasını istemektedir.

Bunlardan en önemlisi, çevremizle iletişim kurarken kullandığımız “konuşma-konuşarak ifade etme” kabiliyetimizdir. Bu sayede, diğer insanlarla (hatta canlılarla) irtibat kurar, aramızda duygu ve düşüncelerimizi paylaşır, ortak duygu ve düşünceler, hedefler oluşturur ve o hedeflere ulaşmak için de bir bütün olarak çalışmaya gayret ederiz.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) mü’mini tarif ederken:

“Mü’min, diğer insanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir” buyurmaktadır. Günümüzde birçok anlaşmazlığın temelinde aslında maddi bir zarar vermekten daha çok, dil ile, konuşma usul ve uslubu ile verilen zararlar vardır ve bu zararlar maddi zararlardan daha kalıcı ve etkisi daha fazla olmaktadır.

Koca Yörük Yunus Emre (Allah O’ndan razı olsun) ne güzel söylemiş:

“Söz ola, kese savaşı;

Söz ola, kestire başı.

Söz ola, zehirli aşı;

Yağ ile bal ede, bir söz” diye.

Çetin şartlarda çalışan bir çiftçi/köylü ile oğlunun hikayesini hatırlayalım:

“Civarda yaşayan herkesin saygı duyduğu bir adammış, çiftçi. Kendisi ne kadar mülayim, tatlı dilli biriyse, büyük oğlu da o derece öfkeli, kavgacı birisiymiş. Her şikayet, çiftçinin üzüntüsünü arttırır, kederlendirirmiş. Bir gün oğlu kan revam içinde, ağzı, burnu dağılmış olarak gelmiş yine.:

“Oğlum ne oldu yine?” diye soramamış, sormamış oğluna. Cevap her zamanki gibi olacak diye :

 “Baba bir de sen karşımdakini görsen, ne hale getirdim herifi!”

Her seferinde aynı şey olur, köylü oğluna nasihat eder, oğlu dinler gibi yapar ama netice değişmezmiş. Bu sefer oğluna sarılmış, yara-berelerini temizlemiş ve “Hadi alet çantamızı getir” demiş, “yarılanmış çivileri de unutma” diye eklemiş.

Malzemeleri birlikte bahçe kapısının yanına götürmüş koymuşlar. Baba oğluna demiş ki:

“Oğlum, senden bir isteğim var. Bundan sonra her sinirlendiğinde ve karşındakine sözle veya fiille cevap verme arzusu içini kemirmeye başladığında, dur. Buraya gel ve kızgınlığın geçene kadar bu kapıya çivi çak. Ne zaman sakinleşirsen o zaman dur ve tekrar işine dön” demiş.

İlk gün kapıya 50’den fazla çivi çakmış oğlu. Sonraki günlerde kısmen azalsa da çakmaya devam etmiş. Ağız dalaşı veya kavgası azalmış. Azalan ve biten başka bir şey ise çiviler olmuş.

“Baba çuvalda çivi kalmadı” demiş oğlu. Çiftçi, oğluyla beraber kapının yanına gitmiş, yüzeyi çivi ile kaplı kapıdaki çivileri göstererek:

“peki oğlum” demiş, “Bundan sonra her sinirlendiğinde ve karşındakine sözle veya fiille karşılık verme arzusu içini kemirmeye başladığında, dur. Buraya gel ve kızgınlığın geçene kadar bu çivilerden sök. Ne zaman sakinleşirsen o zaman dur ve tekrar işine dön” demiş. Bir gün oğlu yine gelmiş ve:

“Baba kapıda çivi kalmadı” deyince, oğlunu yanına alarak kapının yanına gitmiş ve :

“Bak oğlum. Bu kapı bir daha ilk günkü gibi olmayacak. Kavga ettiğin ve atıştığın her insanın kalbine bir çivi çakmaktasın. Sonra özür dilesen, kendini affettirmeye çalışsan, çıkardığın çiviler gibi kalpten çıkarttığın çivilerin yeri delik kaldığı gibi, kalplerde iz kalmaktadır. Bundan sonra, öfkelendiğin zaman öfkeni yen. Çünkü senin ve çevremizin huzuru buna bağlıdır” demiş”.

(Allah O’ndan razı olsun) bugünkü notlarımızı Koca Yörük Yunus Emre ile bitirelim:

“Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil.

Yetmişiki millet dahi, elin yüzün yumaz değil”.

Yüce Allah (c.c.), dillerimizi tatlı ve yapıcı, hayra ulaştırıcı eylesin.