ASIM CENGİZ GÜR


HİCRET-4

HİCRET-4


Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile ona ilk inanan Müslümanlar kendi yurtlarında, kendi kavimleri tarafından zulüm ve eziyete maruz kalmışlardı ve hayat yaşanmaz hale getirilmişti. Toplumsal ilişkiler sınırlandırılmış, ticaret yapmaları engellenmiş, toplum nezdinde zayıf ve güçsüz görülenlere dozaj arttırılmıştı.

Egemen sınıf, bu yeni dinin söylemlerinden ve mensuplarının çoğalarak hakimiyetlerini tehlikeye düşüreceklerinden, o zamanın geçer düşüncesi ile izzet, şeref ve mevkilerinin ellerinden gideceği korkusu ile bazı Müslümanlara işkence ile öldürünceye kadar baskı uygulamaya arttırarak devam ettiler. Nihayet Yüce Allah’ın izni ile önce Müslümanlardan gruplar Habeşistan ve Medine’ye, sonra Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Mekke’nin fethine kadar diğer Müslümanlar asıl vatanlarını, mallarını, mülklerini, ailelerini, akrabalarını bırakarak Medine’ye hicret ettiler. Mekke’nin fethi ile birlikte bu yönüyle hicret sona erdi. Ancak, yüklendiği anlam ile hicret kıyamete kadar süregelen bir uygulama olacaktı.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) : “Hicret ikidir. Biri kötülüklerden hicret, diğeri de Allah ve Rasulüne hicrettir.”, “Hicret, kötülüğü terk etmendir.”, “Hakiki muhacir (hicret eden), Allah’ın haram kıldıklarını terk eden kimsedir” buyurmuşlardır.

Ashabın : “Ey Allah’ın Elçisi! Hicret hususunda en faziletli olan nedir?” sorusuna, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) : “Rabbim’in hoşlanmadığı tüm şeyleri terk etmendir” diye cevap vermiştir.

Gerçekten de, hayatımız boyunda yanlışlardan doğrulara, çirkinliklerden güzelliklere, kötülüklerden iyiliklere doğru yürüyüş halinde olmalı ve hedefimize ulaşmak için bu yoldan dönmeden gayretli olmalıyız. Bu yönüyle aslında hayat, bir yolculuk bizler de yolcularız. Dikkat etmemiz gereken şey, bu yolculuğumuzu temiz ve hayırlı yollarda, iyiliğe-güzelliğe doğru yapabilmemizdir. Hicret, sadece kötülüklerin ve zulümlerin bulunduğu beldeleri terk etmek değil; kötü huylardan ve kendi kendimize zulmetmekle neticelenecek düşünce, hal ve hareketleri terk etmektir.

Gerek Kur’an-ı Kerim’in ve gerek Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in tebliğlerinden biliyoruz ki: iyi niyet, iyi düşünce, anne babaya iyilik de bir hicrettir ve kimi zaman anne babaya yapılan iyilik ve onlara şefkatle yaklaşmak, hicretten daha faziletlidir.

Hayatımız boyunca süregelecek olan hicret, aslında nefsimizle mücadele ve mücahadeyi de beraberinde getirmektedir. Asıl savaş, en büyük savaş esasında nefisle mücadele ve mücahadedir. Sevgili Peygamber Efendimiz (sa..v.), bir savaş sonrasında ashabına :

“Küçük cihattan büyük cihada döndük” buyurmuş ve nefisle mücadeleye dikkat çekmiştir.

Bizler de: Allah ve Rasulü’nün kerih-kötü gördüğünü her türlü fikir, amel, iş ve davranışlardan, Onlarca hoş ve güzel görünen fikir, amel, iş ve davranışlara yönelerek hicret edebiliriz. Yukarıda da aktardığımız gibi sevgili Peygamber Efendimizin (s.a.v.)’in lisanı ile :

Hicretin faziletlisi, Allah’ın hoşlanmadığı tüm şeyleri terk etmektir.

Hicret tüm davranışları yerine getirirken, bulunduğu mahal ve grupla ilişkisini kesmeyi de gerektirebilir ve bazı durumlarda olmazsa olmaz şart olarak karşımıza çıkar. Bizi kötülüğe çeken veya iyiliğe yönelmemize engel olan bağları aşamıyor isek onlardan ve etki alanlarından uzaklaşmak hedefe ulaşmamız veya samimiyetimizin göstergesi olarak rahmete nail olmamız için gereklidir. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ashabına anlatmış olduğu, geçmiş ümmetler zamanındaki bir olayı belki çoğumuz hocalarımızın sohbetlerinden dinlemiş ve kitaplardan okumuşuzdur:

“Geçmiş ümmetler arasında bir adam, doksan dokuz kişiyi öldürmüştü. Bir zaman içine bir pişmanlık ve bu durumdan kurtulma niyeti belirdi.

Etrafına bilgin insan kimdir diye sordu. Kendisine bir rahib’ten ve yaşadığı yerden bahsettiler. Adam bu bilgine gitti ve doksandokuz kişiyi öldürdüğünü, bundan pişmanlık duyduğunu ve bir çıkış yolu aradığını söyledi ve bir çıkış yolu göstermesini istedi. Rahip: “Senin için bir çıkış yoktur” diye cevapladı. Rahibin bu sözü karşısında kızdı ve rahibi de öldürerek, cinayetlerini yüze tamamladı.

Adam, ümidini kaybetmedi ve yine etrafına dünyanın en bilgin kişisi kimdir diye sormaya devam etti. Bir gün kendisine bir alim kişiden ve yaşadığı yerden bahsedildi. Adam, o alim kişiye kadar gidip durumunu ona arzetti. “Şimdiye kadar yüz kişiyi öldürdüm, benim için bir çıkış yolu, tövbe imkanı var mıdır?” diye sordu. Onu dinleyen alim : “Evet, tabii ki vardır. Seninle tövben arasına kim girebilir ki. Allah’dan ümid kesilmez” dedi. “Fakat, bulunduğun yeri terk etmeli ve felanca beldeye gitmelisin. Çünkü orada Allah’a ibadet eden, ihlaslı kimseler var. Sen de onlara katılır ve Allah’a ibadet eder ve memleketine dönmeyeceksin. Çünkü, senin belden kötü bir yerdir” diye ilave etti.

Adam, alimin tarif ettiği yere doğru yola çıktı ama yarı yolda vadesi yetti, Azrail (a.s.) ruhunu aldı. Adam ölünce rahmet ve azap melekleri adamın başına geldiler ve adamı alma hususunda anlaşmazlığa düştüler. Rahmet melekleri : “Bu adam tövbe etmiş ve kalben Allah’a yönelmiş halde iken öldü.” Dediler. Azap melekleri : “Bu adam hiçbir hayır işlemedi” dediler. Herşeyden haberdar olan yüce Allah onlara başka bir melek gönderdi ve meleklere hakemlik yaptı. Hakem melek diğerlerine : “Onun geldiği ve gideceği yer arasını ölçün. Hangi tarafa yakın ise ona göre muamele edin” dedi. Ölçtüler ve gideceği yere bir karış daha yakın buldular ve onu rahmet melekleri aldılar.”

Bize de bir hisse düşecek ise : Yolculuğumuz ve gayretimiz hakka, hayra ve iyiliğe olmalıdır. Göstereceğimiz çaba rahmet-i ilahinin bize de isabet etmesine vesile olacaktır. Son aktarmış olduğumuz hadisin bir başka rivayetinde : Yüce Allah’ın o adam ile gideceği yer arasındaki mesafeyi ölçümden önce kısalttığını nakledilmektedir ki, bu da iyi niyetli ve gayretli olmanın karşılığında çabamızın çok üstünde nimetlere kavuşabileceğimize işarettir.

Yüce Allah (c.c.) sevmediği her türlü halden uzaklaşma konusunda gayretimizi arttırsın.