ASIM CENGİZ GÜR


HAYAT SÜRERKEN (1)

HAYAT SÜRERKEN (1)


Geçen hafta sonu bir grup genç kardeşlerle beraberdik. Birbirlerimizden istifade etmeye çalıştık. Aklımızın erdiği şeyleri dilimizin döndüğü kadar aktardık. Onların, belki de yaşlarının gereği olarak birçok konuya ilgi gösterdiklerini gördüm. Bu beni mutlu etti. Çünkü çocuklarımız ve gençlerimiz artık genellikle sosyal medya araçları ile antisosyal bir hayat sürüyorlar, toplum gerçeklerinden ve hayatın gerekliliklerinden habersiz yaşıyorlar diye düşünüyordum. Bu düşüncemden tamamen vazgeçmiş olmasam da içlerinden bir kısmının hayatla ve ötesiyle ilgilenmesi sebebiyle çok memnun oldum.

Bununla birlikte, bazı konularda kendilerinden çok başkalarını merak ettiklerini de gördüm. Bu da beni yönüyle sevindirdi ve diğer yönüyle de düşündürdü.

Başkalarını merak etmek ve onlar için endişelenmeleri beni çok sevindirdi, çünkü diğergam olmak çok yüksek bir ahlaki melekedir, güzel huydur. Bu duygu insanları, başka insanlar, varlıklar, çevre vesaire için çaba ve gayret göstermeye yönelten ilk adımdır.

Ancak, diğer yönden de başkalarını düşünmekten, kendilerini ihmal etmeleri riski de beni endişeye sevk etti. Gerçekten de, insan evvela kendisi için düşünmeli, kendi muhasebesini yapabilmeli, yaradılış gayesine uygun bir hayat sürüp sürmediğinin tahlilini yapabilmeli, Allah’ın rızası dışında yaptıklarından dönüş yapabilmenin yollarını arayabilmelidir. Aksi takdirde sağlıklı neticeye nasıl kavuşabilir?

Allah dostlarından Abdülkadir-i Geylani hazretleri (Allah onlardan razı olsun), bir nasihatinde şöyle buyurmuşlar:

“Ey Oğul!

Önce kendi nefsine öğüt ver, kendi nefsini düzelt! Sonra da başkalarına öğüt ver, başkalarını düzeltmeye çalış! Sana önce kendi nefsinin özelliklerini, kendi nefsinin ne durumda olduğunu bilmen lazım. Kendinde ıslaha muhtaç bir hâl var oldukça başkalarını düzeltmeye, başkalarına öğüt vermeye kalkışma! Eğer kendinde ıslaha muhtaç bir hâl bulunduğu hâlde bunu bırakır da başkasının ıslahına kalkışırsan yazık sana!

Başkalarını nasıl ve hangi hâllerde kurtarabileceğini bilirsin. Sen kendin kör isen, bir başkasının elinden tutup nasıl bir yere götürebilirsin? Gözleri görmeyen birisinin bir başkasının elinden tutup bir yere götürmesi mümkün olmadığı gibi, kendi nefsini ıslah etmemiş birisinin de başkalarını irşat edip Allah’a götürmesi mümkün değildir. Ancak kendi gözleri gören kişi başkalarını bir yerden bir yere götürebilir.”

İnsanların evvel emirde, Yüce Yaradan’ı bilmeleri ve O’na iman etmeleri, bu imanlarını tevhid esasına göre belirlemeleri ve asla şirke düşmemeye Allah’a ortaklar koşmamaya ve küfre düşmemeye Allah’ı tanımamazlık etmemeleri lazımdır.

Ondan sonra da Yüce Allah’ın rehber olarak gönderdiği son elçisine, ondan önce gönderilenlere ve onlarla gönderilmiş mesajlara iman etmesi, tanıması lazımdır ki bugün için bu:

“Lâ ilâhe illallah, Muhammed-ür Resûlullah” (Allah’dan başka ilah/tanrı yoktur, Muhammed (s.a.v.) O’nun elçisidir” sözünü aklen ve kalben mutmain olarak söyleyebilmektir. Sonra:

“Allah’ın (ve resulünün) emrettiği gibi dosdoğru olmak”tır. Bu emirlerinin ne olduğunu ve bu emirlerin nasıl yerine getirileceğine ilişkin bilgileri elde etmeye yönelik bir çaba, gayret içinde olabilmektir.

İmanın gerekliliği olan ve gaybi bir bilgi olarak Kitap ile Elçiler ile bize bildirilmiş olan şeylere, ahiret gününe, hesaba çekileceğine, cennet veya cehennemde bir karşılık bulacağına da inanmak ve onlar için, oralar için bu günlerde, henüz hayattan ayrılmadan önce neler yapmamız ve nasıl yapmamız gerektiği hususunda bilgili olmaya çalışmak gerekir.

Sadece bilgili olmak da yetmeyecek ve bu bildiklerimizi uygulama konusunda nefsimize ve şeytana karşı nasıl durabileceğimizi de öğrenmemiz ve hayatta uygulamamız gerekecektir.

Bu da yetmeyecek, yaptıklarımızı sadece Allah’ın rızasını kazanmak için ve O’nun rızasına uygun bir şekilde yapmanın gayreti içinde olmak gerekecektir. “İlâhi! Ente maksûdi ve rıdâke matlûbi” (Allah’ım! Benim maksadım sensin ve ben senin rızanı talep ediyorum) şiarını, ana ilkesini hayat boyu unutmamak ve bunu hedeflerimizin en büyüğü en üstü olarak görmenin gerekliliğini kavrayabilmemiz lazımdır.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.):

“İnsanlar helak oldu. Alimler müstesna. Alimler helak oldu. İlmiyle amel edenler müstesna. İlmiyle amel edenler de helak oldu. İhlas sahipleri müstesna. Onlar da büyük bir tehlike içindedirler” buyurarak; insanların her aşamada teyakkuz halinde olmasını bize ihtar etmekte hatırlatmaktadır. Bu sebeple “Şu kadar bilgiliyim”, “Şu kadar amel ediyorum”, “Şu kadar ihlaslıyım” demek, şeytanın ve nefsin elinde oyuncak olmak ve asıl hedeften sapmak demektir.

Eğer bir insanın en büyük hedefi “Allah’ın rızasına ermek” olur ise, en iyi doktor, en iyi mühendis, en iyi gazeteci, en iyi memur, en iyi başkan, en iyi …. Olur. Ama en büyük hedefi bu olmaz ise, mesleğinin ve konumunun en iyisi olsa da nefsi onu “Allah’ın rızası” harici işleri yapmaya da yöneltebilir ve asıl yurdu olan ahiretini bu dünyaya veya bu dünyanın bir takım menfaat ve gelirlerine feda eder, Allah korusun.

Sonraki notlarımızda bu konuya devam etmek niyet ve düşüncesi ile; Yüce Allah’ın rahmeti, bereketi, ihsanı ve ikramı üzerimize olsun.