ASIM CENGİZ GÜR


EFENDİMİZİN DUASI

EFENDİMİZİN DUASI


Kıymetli Okuyucularımız, bu cumartesi günü köşemizi rahmetli Ali Ulvi Kurucu’nun bir hatırasına ayırdık. Peygamber aşığı bu büyük insan ve Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile ahirette bir arada bulunabilmeyi niyaz ediyorum.

“Petrolden önceki Hicaz, bir yokluk ve kıtlık diyarıydı.1947 senesi bir Ramazan günü idi. Hiç unutmam Ağustos ayındaydık. Öğle namazında Harem-i şerif’ten geldim. Soyundum; su dökünüp istirahat edeceğim. Annem seslendi :

‘Oğlum, komşu bakkaldan pirinç alıver. Akşama pilav yapacağım. Namazdan önce sana söylemeyi unutmuştum. Hadi git de pirinç getir.’

Sesimi çıkarmadım ama çok sıkıldım. İçimden söylendim:

‘Be mübarek valide! Bir saat evvel namaza çıkarken sana sordum: ‘Anne ben namaza gidiyorum. Bir isteğiniz var mı?’ dedim. ‘Hayır oğlum salimen git, gel’ diye beni uğurladın. Şimdi soyundum, su dökünüp biraz dinleneceğim. Bakkaldan pirinç istiyorsun. Dışarıda sıcak elli derece, müthiş bir Sam rüzgarı esiyor.’

Neyse, giyindim, bakkala yollandım. Oturduğumuz Bab-ül-mescidi mahallesinden Abdülhadi amca bakkalımızdı. Yaşlı, muhterem bir zat idi. Abdülhadi amcaya vardım. Baktım, kapısının üzerine bir zincir asmış, o zincire tutunmuş ayakta duruyor. Hem dükkanda bulunduğunu gösteriyor, hem de gelen müşterileri karşılıyor. Yaklaşınca bir taraftan şu tesbihe devam ettiğini duydum:

‘Subhanallahi ve’l-hamdülillahi ve lailahe illallahu vallahu ekber’. Kendisine selam verdim. Selamımı aldıktan sonra ilk sözü şu oldu:

‘İster misin, Allah sana da cennete bir bahçe diksin?’

Hayırdır inşallah, Abdülhadi amca?

‘Oğlum, Efendimiz (s.a.v.) :

“Cenab-ı Hakk : ‘Bir defa Subhanallahi ve’l-hamdülillahi ve lailaheillallahu vallahu ekber, diyen kuluma, ben cennette bir ağaç dikerim. Cennete geldiğinde, cemalimle müşerref olacağı, mükafatını alacağı, rahmetimi göreceği gün, bir de bahçesi olacaktır, buyurmuştur’  diye müjdelemiştir dedi ve devam etti:

‘Gerçi sen bilirsin bunu ya, ben hatırlatmak için söylüyorum. Hele şu Ramazan gününde yapılan tesbihlerin, oğlum, daha çok tesiri oluyor. Bir de Efendimize salavatı unutma. Tesellin bu olsun. Zikrin de bu olsun. Fikrin de bu olsun.’

Oturup dinlenmemi teklif etti. Oturdum:

Bugün biraz sıcak değil mi? dedim.

‘Ne’am, velakin ed-dinu kaviyyun ya veledi. (Evet, fakat din daha kuvvetli ey oğlum)’ dedi. Bu sözünü hiç unutmam.   Evet sıcaktır, fakat din ondan daha kuvvetlidir. Sıcak diye oruç mu yiyeceğiz? Haşa! Ölürüz de yemeyiz. Ölüm vuslatın kapısı, Cenab-ı Hakk’a kavuşmanın kapısıdır. Müminin safası, ölümden sonra başlar.

Abdülhadi Amca Medine-i Münevvere köylerindendi. Halim selim ve çok cömert idi. Bir fakir gördü mü, hemen onu doyurmak isterdi. İftar vakitleri, ekmeğin arasına tahin helvası sarmış, fakirlere dağıtırken görürdüm. Fakirler de alışmışlar, dükkanının önüne gelirlerdi. Yiyecekleri olmadığı, hallerinden belliydi. Yine öyle dürümler yapıp dağıttığı bir akşamın ertesi günü dükkanına girmiştim:

Abdülhadi amca, dün iftar vakti garipleri sevindirdiğini gördüm. Çok memnun oldum. Sanki bana ikram etmişsin gibi sevindim, diye kendisini tebrik ettim. Laf lafı açtı, konuşurken kendisine Peygamber-i Zişan’ın iftarlık yemeğinin fakirlere verildiği şu kıssayı anlatmıştım. Kamil insan tatlı tebessümlerle dinlemişti.

 Kıssa şudur:

Ayşe validemiz (Allah ondan razı olsun) rivayet eder:

“Peygamber-i Zişan’ın nafile oruç tuttuğu günlerdi. Bir gün yemeğini hazırlamış, akşam olsun, gelsin iftar etsin, diye bekliyordum. Kapının dışından bir garibin sesi geldi.

‘Ey peygamber hanesi, ben garip bir insanım-yolcuyum, açım, muhtacım- yiyecek bir şeyiniz var mı?’

Bu garibin sesini duyunca, Efendimiz için hazırladığım sofrayı, kapıdan verdim. Yedi, yedi dua etti. Rasul-i Ekrem (SAV) akşam namazını kıldılar geldiler:

‘Bana verecek bir yemeğin var mı Aişe?’ diye sorunca:

‘Ya Rasulallah, böyle böyle oldu’ diyerek olanları anlattım.

‘Çok iyi ettin ya Aişe, ben de senden bunu beklerdim, ne iyi ettin!’ dediler. Hurma yediler, su içtiler, tekrar mescide gittiler. Aynı hadise üç akşam üst üste tekerrür etti. Rasul-i Ekrem her seferinde bana ‘iyi etmişsin’ dedikten sonra, hurma yiyip, su içip yine mescide gidiyordu. Mescidde sahabiler onu bekliyordu. Onlarla sohbet ediyor, onları yetiştiriyordu. Yemek içmek düşündüğü yoktu. Dördüncü günü idi. Akşama doğru Hazret-i Osman :

‘Rasul-i Ekrem oruçludur, hane-i saadettedir’  diye görüşmeye gelmiş, Efendimizi sordu. Kendisine, üç gündür olanları; gelen fakiri, iftar yemeğini ona verdiğimi, Peygamber-i Zişan’ın bu yaptığımı beğendiğini, ancak üç gündür hurma ve su ile oruç tuttuğunu anlattım. Bu acıklı halden haberdar olan Hazret-i Osman ağlayarak şöyle diyordu:

‘Ey Rasulallah, malım, canım sana feda olsun, anam babam feda olsun, kurbanın olayım. Benim gibi damadın var şuracıkta. Bir günden bir güne ‘Osman bize bir şey gönder. Bizim evde bir şey yok’ demedin. Akşama kadar memleketin, ümmetin işi senin üzerinde olsun, devlet reisi, hükümet reisi, kumandan her şeyi yap; beş vaktin imamı, hatibi sen ol, sonra da hurmayla, suyla oruç tut. Benim evimde bu kadar nimet bulunsun da, yine de sen benden bir şey isteme ya Rasulallah!

Hazret-i Osman böyle diyerek ve ağlayarak evine gitti. Hemen yufka ekmekleri, çömleklerle kavurma, yağ, bal getirdi. Daha çuvalla un getirmek için de gitti. O çıktı, Peygamber-i Zişan teşrif ettiler.

‘Ayşe, bana vereceğin bir şey var mı?’ diye sorunca.

‘Buyurun ya rasulallah, bakınız ne nimetlerimiz var’ dedim. Baktı, kimin getirdiğini sordu.

‘Osman getirdi’ deyince, oturmadan kıbleye döndü ve şöyle dua etti:

‘Allah’ım ben Osman’dan razıyım, sen de razı ol. Yarabbi, Osman’ın servetinin, zenginliğinin bize çok faydası oldu. Hayırlı insana hayırlı mal yakışıyor. Allah’ım, ben Osman’dan razıyım, sen de razı ol.’  Hz Osman da bu duayı duyunca sevincinden ağladı..

Bu kıssayı nakledince, Abdülhadi amca dedi ki:

-Ya habibi, ben dükkanda olan ekmekten, helvadan verdim. Efendimiz, kendisi için hazırlanan rızkı vermiş. Bana şimdi evimden yemek gelecek, ben onunla iftar edeceğim. Efendimizin büyüklüğüne bak ki, kendisi için hazırlanan yemek, bir garibe veriliyor. Hem de hadise üç gün tekerrür ediyor. Yine de Aişe annemize: ‘ Ne iyi ettin Aişe’ diyor. ‘Ben de senden bunu beklerdim’ diyor. İşte yavrum, böyle bir peygamberin ümmetiyiz. Bu şehirde, böyle bir peygamberin komşusuyuz. Aynı zamanda:

‘Ya Allah, ya Allah, ya Allah, Allahümme salli ale’l-habib, hatta yerdaa’ (Allah’ım sevgilim Muhammed Mustafa’ya, razı oluncaya kadar salat selam eyle’ şeklinde salavat getirdi.