H. Ali YILDIRIM


DOĞAN GÖRÜNÜMLÜ ŞAHİN

YENİ DÜNYA - H. Ali YILDIRIM


Bir zamanlar ‘Doğan görünümlü Şahin’ diye bir ifade vardı. Sanırım 80-90’larda, alt sınıf Şahin modeli aracın tadil edilerek üst sınıf Doğan modeline benzetilmiş haline denirdi. Ne olacak benzetince? Bir üst sınıfa atlanmış gibi olacak, yani ‘mış gibi’ yaşanacak. Bu durum bir zihin yapısının göstergesidir, olduğundan farklı görünme arzusudur. Bu bir kendilik problemidir, ya kişi kim olduğu hakkında kesin bir kanaate sahip değildir ya da kendini sevmiyordur ve ‘mış gibi’ yaşamayı seçmiştir. Bu zamanla yaygın bir tarz haline geldiğinden olsa gerek, toplumda modernmiş gibi, mutaassıpmış gibi, zenginmiş gibi, elitmiş gibi, şehirliymiş gibi, bilgeymiş gibi, asilmiş gibi, batılıymış gibi, doğuluymuş gibi, milliymiş gibi, gelenekçiymiş gibi, ilericiymiş gibi, dindarmış gibi yaşamları da görmek mümkün olmaktadır. Bu davranış modelinin önünde öykünme, arkasında kendini sevmeme / tanımama olduğunu görebiliriz… 

Öykünerek yaşamak aynı zamanda özsaygı yitimi ile de ilgilidir. İnsanın dışardan göreceği saygı en fazla kendine duyduğu saygı kadardır, bir gram fazlası değil. ‘Mış gibi’ yaşayanlar kendine saygı duymamış olacağından, aslında benzemeye çalıştıkları kesimden de saygı görmeyeceklerdir. Birinin sizi taklit ettiğini, sizin gibi olmaya çalıştığını düşünün, o kişiye nasıl bakarsınız? Sanırım cevap belli. Bana benzemeye çalışan biri ile içi dolu bir arkadaşlık yapmam çok zor olurdu herhalde…

Kültürel anlamda bir başka yere öykünmenin, yön ve kimlik kaybı dışındaki en zor yanı sürekli başkalarının bakış açısını takip edip, ipin ucunu kaçırmamak adına, kendinize ince ayar çekmek zorunda kalmanızdır. Bu çaba yaşam enerjinizin büyük bir kısmını eritir çünkü gücünüz taklit için gerekli olan izle-yorumla-uygula sürecinde yok olur. Bir de sürekli ‘Doğru mu yapıyorum’ endişesi ayrı bir enerji israfı doğurur. Dahası bu tarzı doğal yollarla sonraki nesle aktarırsınız, zamanla makas iyice açılır…

Kitlesel değişim mümkündür, ancak bu gönüllülük ve zaman işidir. Alman araştırmacılara göre kültürün değişim süreci 200 yıl imiş. Bizim kültürümüzde bu 7 kuşak olarak bilinir, yaklaşık aynı süre. Gerçek toplumsal dönüşüm, kuşaklar gerektiren uzun bir süreç olacağından, işe öykünerek başlamak aceleciler için bir yol olabilir. Fakat bunun arkasından yaşanacak iç - dış gerçeklik çatışması kişiyi zora sokacaktır. Bu bilgisayar dünyasındaki yazılım ve donanım uyumsuzluğu gibi bir şeydir, sürekli arıza verir. 1950’lerdeki şehirlere olan yoğun göçün getirdiği ‘acilen şehirli olma’ dürtüsünün sonuçlarını görmek zorundayız…

‘Batılıymış gibi düşünme’yi ele alırsak, sebebi batının gelişmişliği gibi gözüküyor, doğrudur ama kültürel taklitle gelişmişlik olmuyor. Mesele kendin kalarak rekabet edebilme becerisidir. Batının gelişmiş olmasının asıl sebebi ‘kendi olma’ ve ‘kendiyle barışık olma’nın sağladığı ‘öz güven’ dir. Onların öykündükleri bir yer yok, batılı olmanın ilk kuralı budur, çekiciliği bundandır. Ayrıca, batılının 100 yıl önce 1919-20’de bu vatanı istila etmeye niyetlenmiş olduğunu bilerek ‘batılıymış gibi’ davranmak başka bir çelişkidir, bu ‘celladına âşık olma’ durumudur. Hem biz olarak yaşamanın nesi var, niye başkalaşalım ki?

İhtiyaç duyulan şey kendin kalarak zamana ve ortama uygun düşünce, tutum ve davranış geliştirmektir. Kendi kültürümüzü içselleştirip kendimiz olduğumuzda bir referans noktasını borsa gibi takip etmekten kurtulur, öz kaynaklarla düşünüp davranmanın kolaylığını ve dayanılmaz hafifliğini yaşarız. Böyle yaparak izle-yorumla-uygula sürecinin yol açtığı enerji israfından da kurtulmuş oluruz. Bu da bize rahatlık ve öz güven hissi vereceği gibi bu sayede tasarruf edeceğimiz yaşam enerjisini başka alanlara kaydırabilir, artan yakıtı gelişmişlerle rekabet için kullanabiliriz…

Kendisi kalarak başarmayı başaran herkesin bildiği iki örnek, halk ozanları Neşet Ertaş ve Âşık Veysel’dir. Onlar bir başka kültüre öykünmemiş, şahini doğana benzetmemiş, ‘mış gibi’ yaşamamış, kendisi olmuş ve topluma tartışmasız bir değer sunabilmişlerdir. Diğer bir örnek te, yarım asır yurt dışında bilimle uğraştığı halde kendi kalmanın önemini savunan Prof. Oktay Sinanoğlu’dur, ölmeden önce yazıları ve konuşmaları ile Türk Diline ve Türk Kültürüne sahip çıkmayı vasiyet etmiştir. Buradan şunu anlayabiliriz: Kendin kalarak başarılı olmak mümkündür, başkalaşmak yön ve kimlik kaybıdır, kolektif bilinçaltını silmektir. Doğadaki şahinin davranışlarını değiştirerek onu doğan yapmaya çalışırsanız o kuş artık uçamayabilir. Onun için şahin şahindir, taş ta yerinde ağırdır, doğan gibi görünmeye ya da gösterilmeye ihtiyacı yoktur. İkisinin yaşama kattıkları ayrı ayrıdır ve ikisi de değerlidir, yoksa tek tip yaratılmış olurlardı…