Yüce Allah´a sonsuz hamd ve senalar; Sevgili Peygamber Efendimiz´e (s.a.v.) ve O´nun âl ve ashâbına salât ve selâm olsun.
Kıymetli Mü´minler! Kerîm Kitabımız Kur´an-ı Kerim´de, Zâriyat Sûresinde : ?Ben cinleri ve insanları ancak bana (ibadet ve itaatle) kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum ve bana yedirmelerini de istemiyorum. (De ki: Biliniz ki) şüphesiz O Allah, bizzat rızkı veren kuvvet ve kudret sahibidir? buyuruluyor.
Bizler de kıldığımız namazların her rekatinde :? (Ey Rabbimiz!) Yalnız sana (ibâdet ve itaatle) kulluk eder ve (her hal ve ihtiyacımızda) ancak senden medet umar/yardım dileriz. Bizi doğru yola (İslâm´a) ilet (İslâm ile yaşat). Kendilerine (lütfundan) nimet verdiğin kimselerin yoluna (ilet); (emirlerine âsi olmuş ve) gazaba uğramışların ve sapıtanların değil (Yâ Rabbi)? diye kıraat ve dua ediyoruz.
Aslında Fâtiha Sûresindeki bu âyet inananların Allah´a verdiği bir taahhüttür. Bilmemiz gerekir ki Allah´a kulluk, yalnız O´na ibadet etmekle değil, hem ibadet hem de emir ve yasaklarına itaatle gerçekleşir. Çünkü Allah, yalnız ibadet ilâhı değildir. Bunun içindir ki İslâm ?lâ ilâhe illallah-Allah´dan başka ilâh yoktur? ile başlar, ?iyyâke na?büdü-Yalnız sana kulluk ederiz? ile yürürlüğe girer. Kur´an´da birçok yerde Allah´a kulluk emredilir. Çünkü insanları, bütün emirlerine itaatte kul etme hakkı ancak O´nundur. Zaten notlarımızın başında yer alan âyet-i kerimede de görüleceği üzere, Allah da insanları bunun için yaratmıştır. Çünkü Bir´e kul olmayan bine kul olur; Seyyid Kutub, tefsirinde; ?Öyle bir zaman gelir ki insanlar, Allah´ı sözde inkâr etmeyebilir, O´na ibadeti de terk etmezler ama o ibadeti ya birine gösteriş olarak yaparlar, ya helal ve haramı (serbestlik ve yasakları) tayin ve ilanda, başkalarının İslâm´a aykırı emirlerine istekle itaat ederler, ya da İslâm´a aykırı olarak bir kimseye sığınmak ve ondan bir pâye elde etmek isterler ki bu durumda onları rab kabul etmiş, onlara tapmış ve kulluk etmiş olurlar. Böylece ?Müslümanım? dedikleri halde ?Allah korusun? şirke düşerler? der. ?İslâm öncesi Arap müşrikleri de Allah´ı inkâr etmiyorlar fakat O´nun, hayatlarında hükümleri geçerli olan Rab olmasını kabul etmiyorlardı. İşte Allah´a Rab, Mâlik (Hükümran) ve tek İlâh olarak inanmamak şirk olur? diyor.
Biz inananların bu dünya hayatında asıl amacı Allahu Teâlâ hazretlerinin rızasına nail olabilmektir. En büyük gayemiz, hedefimiz ve tüm çabalarımızın sebebi, Yüce Allah´ın rızasına erişebilmektir. O´nun rızasını kazanmanın, son elçisi, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)´in şefaatine kavuşabilmenin, Allah ve Rasûlünün sevgisini, teveccühünü kazanmanın yolunun, Yüce Dinimize ve Müslümanlara hizmet etmek olduğu bilinci ile yaşamak ve gayret sarf etmek zorundayız. Her Müslüman, gücü nisbetinde, aklının erdiği kadar, mesleki bilgisini, kültürünü, hayat tecrübelerini ve Yüce Allah´ın vermiş olduğu tüm nimetleri bu yolda kullanmalıdır.
Çünkü Yüce Rabbimiz, mü´minleri dinine hizmet etmekle görevlendirmiştir ve yeryüzüne insanı halife kılmıştır. Her mü´minin, benim böyle bir vazifem var; dünyanın düzeni/nizamı bizden sorulur demeli ve ?İ´lay-ı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem-Allah´ın adını yüceltmek için âleme nizam verme?y´i dava edinmelidir. Ve bu şuurla Yüce Allah´ın bizleri, vermekle şereflendirdiği bu yüce görevimizle mütenasip şekilde İslâm´a ve görevlerimize sarılmalıyız. Yüce Rabbimiz bizden gücümüz nisbetinde gayret etmemizi istemesine rağmen maalesef gayretimiz, zahmete girme ve görev alma çabamız ve bu yolda harcamalarımız yeterli değildir.
Geçmişte olduğu gibi bugün de dünyaya nizam vermeye, potansiyel olarak gücü yetecek bir toplumuz. Dünya üzerinde her beş kişiden bir tanesi müslüman ve dünyanın en güzel yerlerine sahip, dünyanın en stratejik mallarına, madenlerine, enerji kaynaklarına sahip; jeopolitik ve stratejik yönden fevkalade güzel bir konumda, tarih yönünden fevkalade iyi örnekler sergilemiş bir geçmişimiz var. Geçmişte yapabildiğimize göre, yine yapabilmemiz mümkün.
Bugünkü eksikliğimiz ve kusurumuz; bütün endişemizin ve çabamızın hayatımızı sürdürmek yönünde olmasıdır. Dünyaya ilişkin ihtiyaç ve taleplerimiz için koşturmaktan başka bir şeye vakit ayıramamaktayız. Halbuki, yaradılışımızın ve hayatımızın esas amacı, maksadı, gayesi Yüce Allah´a kulluk yapmak, O´nun dinine hizmet etmekti. Biz bugün, asıl gayemizi unutmuş, bu gayeyi gerçekleştirmek üzere yapmamız gereken dünyaya yönelik çalışmaları asıl maksadımız haline getirmiş durumdayız. İslam´ı, tüm hayatımız içinde az bir zamana sığdırılmış bir yan faaliyet olarak görüyoruz. Aklı fikri, İslam´a hizmet ve Allah´a güzel kulluk yapma ile meşgul Sahâbe-i Kirâmın (Allah onlardan razı olsun) ve onları takip eden neslin hayat anlayışı ile taban tabana zıt bir hayat sürüyoruz. Onlar bu şuur ve gaye ile yaşadıkları için pek çoklarının kabirleri doğdukları, büyüdükleri yerlerden binlerce kilometre ötelerdedir.
Aziz Mü´minler! Zaman çarkı dönmüş ve bu devirde bu vazifeleri Yüce Allah bugün bu vazifeyi bizim omuzlarımıza yüklemiştir. Bu sebeple hayatımızı sürdürürken, asıl hayat amacımızın, Allah´a Güzel Kulluk ve Dinine Hizmet etmek olduğunu aklımızdan çıkartmamalı ve bu amaç doğrultusunda bütün gücümüzle ve muktesabatımızla gayret göstermeliyiz. Unutmayalım ki İslam sadece bir sınıf Müslümana bırakılmamıştır ve ?Her Müslüman Dininin Görevlisi?dir.
Dikkat edin ki; Sözün en güzeli, Nizamın en kapsamlısı, Aziz, Mülk sahibi ve Her şeyi bilen Allah´ın kelamıdır. Aziz Kitabımızda şöyle buyuruluyor :
?Ey iman edenler! Size ne oldu da: ?Allah yolunda hep birden seferber olun (savaşa çıkın).? denildiği zaman yere çakılıp kaldınız? Âhiretten (vazgeçip, yalnız) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama dünya hayatının faydası (ve refahı) âhiretin yanında pek azdır. Eğer hep birden seferber olmaz (emredilen savaşa çıkmaz)sanız, (Allah) size acıklı bir azapla azap eder ve yerinize başka (itaat eden) bir topluluk getirir. O´na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Allah her şeye kâdirdir?. (Tevbe-38-39)