ASIM CENGİZ GÜR


DERDİNİZ VAR MI?

Notlar - Asım Cengiz GÜR


Dertsiz insan var mıdır? Kendimizi yokladığımızda ve çevremize baktığımızda ?Dertsiz insan yoktur? deriz muhtemelen.  İnsan neleri dert edinmez ki? Kendini, eşini, evladını, evini, vatanını, milletini, inancını, dinini dert edinir. Bazı insanların derdinden öldüğü şeyler, bir başkası için bir anlam ifade etmez. Bazen derdini söyleyene: ?Seninki de dert mi? Bu derdi nimet sayan nice insan var? deriz.

Hangi önemde/derecede olursa olsun dert sahibi olmak iyidir. İnsanı insan yapar, dinç tutar, ilerisi için ümit verir, hayal kurdurur dertler. Yani dertli olmak aslında kötü bir şey değildir, belki gerekliliktir de. Tabii burada bir konuyu gözden kaçırmamakta fayda var. Neyi dert ediniyoruz? Ya da ?Derdimiz Nedir??.

Elde etmeyi ya da kurtarmayı düşündüğümüz şeyler derdimizdir? Hani ?bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim? diye bir söz var ya onun gibi ?bana derdini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim?. İnsanlara örnek ve önder olanlar, büyük işler başaranlar hep dertli insanlardır. Ancak, derdi olanlar hedefe ulaşmak için yılmadan, yorulmadan çaba gösterirler. Dertlerinden içleri sıkılır, rüyalarını dertleri istila eder, uyandıklarında kan-ter içinde kalmışlardır çoğu zaman. Onunla yatar, onunla kalkarlar. Öyle bir derttir ki: ?Bir derdim var, bin dermana değişmem? dedirtir. Öyle bir dert ki: ?Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş? dedirtir. Öyle bir dert ki: ?Hedefe ulaşıncaya kadar gülmeyeceğim, eğlenmeyeceğim, durmayacağım, yorulmayacağım? dedirtir. Öyle bir dert ki insanı Şah İsmail Hatayi yapar, Yunus Emre yapar, Selahaddin-i Eyyubi yapar. Ancak dikkat etmek lazım; sahip olduğumuz dert kıymete gelir bir dert olmalı, işin en esaslı noktası burası. İnsanın derdi, insanı Allah´ın rızasına ulaştırmalı.

Daha önceki notlar´da aktarmıştım. ?Et-tekrarü ahsen? dedikleri gibi bu gerçek hayat hikayesini bir daha hatırlayalım:

?Tanzimat yıllarında İç Anadolu´nun büyük şehirlerinden birinde Ulucamide va´az veren bir hoca vardı. Hoca her gün kürsüden va´azını verir, sözü bitince kürsüye elini şiddetle vurur ve ?Çoban çaldı düdüğü? der, kürsüden inerdi. Bu hal senelerce devam etti. Bir gün cemaattan bazıları sordular: Hocam, senelerdir, ?Çoban çaldı düdüğü? deyip duruyorsunuz. Bunun hikmetini anlayamıyoruz. Lütfedip izah etseniz deyince Hocaefendi şöyle anlattı:

?Evlatlarım! Vaktiyle medresede talebe iken bir bayram tatili sebebiyle arkadaşlarımla medreseden evimize dönüyorduk. Namaz vakti yaklaşınca gölgelik bir yer aradık, hem soluklanalım hem namazımızı kılalım diye. İlerde bir ağaç gördük, yaklaşınca bir sürü fark ettik.  Çobanda bizi fark etmiş. Sarığımızdan ve kıyafetimizden bizim medrese mollası olduğumuzu tahmin etmiş, çok severmiş mollaları. Yanına varınca bizi kucakladı. Namazlarımızı cemaatle kıldık. Çoban bize azığında ne varsa ikram etti, beraber yedik. O zaman çoban dedi ki: ?Haydi herkes içinden bir niyet tutsun ve niyetin kabulü için beraberce dua edelim?. Hepimiz içinden bir niyet tuttu ve hep beraberce dua ettik, dileklerimizin kabulünü istedik. Dua bitince çoban dedi ki: ?Şimdi herkes, aklından geçirdiği duasını söylesin? Bunun üzerine arkadaşlarımdan birisi: ?Ben fetva kuruluna üye olmayı murad ettim?, diğer arkadaşım ?Ben medresemize muallim olmak diledim? dedi. Ben de dedim ki: ?Memleketimdeki Ulu camiye vaiz olmayı Rabbimden niyaz ettim? dedim. Çobana sorduk ne niyet ettin diye. Çoban : ?Ben de Allah´ın ve Peygamberinin razı olduğu bir kul olarak hayat sürüp, iman-ı kâmil üzere ruhumu teslim edip cennete girmeyi diledim, Rabbim´den? dedi.

Evlatlarım! Aradan zaman geçti. Arkadaşlarımın biri fetva kuruluna üye, diğeri de medresemize hoca oldu. Ben de bildiğiniz gibi senelerdir burada Ulu Cami´de vaaz ediyorum. Bizim duamız kabul olduğuna göre çobanın da duası kabul olmuş görünüyor. Biz dünyalık istedik, o ebedî kurtuluş istemiş, muhtemelen kurtulmuştur da. Bir çoban kadar basiretli olamadığım için hayıflanır dururum. Demek ki ilim de yetmiyormuş, basiret ve izan olmayınca!?.

Evet, belki de dertlerimizin çok olması, olması gereken bir derdimizin olmamasındandır. Kerim Kitabımızda buyurulduğu gibi, ?bir oyun, bir eğlence? olan bu dünya için dertlenmemizdendir. Gelişi güzel, eften-püften dertlerimizin olmasındandır. Bizi sabah akşam rahatsız eden, harekete geçiren, rüyalarımıza giren, uykudan uyandıran dertlerimizin olmamasındandır.

Sevdiği, bağlandığı ve gerçekleşmesi için hayaller kurduğu, çaba sarf ettiği, ümit ettiği hakiki ve kıymetli bir derdi olmalı insanın. Derdini kaybetmekten korkmalı ve derdi ile gurur duymalı insan. Kınayanların kınamasından korkmadan, engelleyicilerin engeline aldırış etmeden hedefe yürümeli insan.

Müslümanlar, sadece kendi çıkarlarını düşünen ve başkalarının üzüntü ve acılarına kayıtsız kalan kimseler olamaz. Aksiyon insanı olmalı Müslüman. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) : ?Müslümanların dertleri ile dertlenmeyen, tasalanmayan bizden değildir? ihtarı her an aklında olan, ümmetin derdini dert edinen, Suriye, Mısır, Irak, Filistin, Arakan´ın derdiyle dertlenen insanlar olmamız lazım. Yeni Ömer´ler, yeni Selahaddin´ler, yeni Fâtih´ler, yeni Kanunî´ler, yeni Yavuz´lar ancak dert sahibi insanlar arasından çıkacaktır. Ecdadımız bunu daha önce yaptı. Örnek oldular, öncü oldular, yol gösterdiler, ilham kaynağı oldular ve sevildiler. Karanlık asırları aydınlattılar, çağ açtılar, çaresizlere umut oldular, çare oldular. Şimdi vazife bize düşmüştür. Kerim Kitabımızda şöyle buyuruluyor:

?Kalplerinde (şüphe, nifak ve dünyevîlikten) bir hastalık bulunanların: ?(Devir aleyhimize dönüp) başımıza bir felaket/kötülük gelmesinden korkuyoruz? diyerek (dost olmak için) o (gayrimüslim ve küfre sapa)nların aralarında koşuştuklarını (hatta onlara tâbi olmak ve dünyalık bir pay/mevki elde edebilmek için onlara velayet/başkanlık vermek istediklerini) görürsün. Ama Allah, (kendisine sığınan, onlarla uzlaşmayan ve onlara yapışmayan müslümanlara) zafer nasip edecek veya kendi katından emrini (takdirinin bir tezahürünü) gerçekleştirecektir. O zaman o (koşuşa)nlar, içlerinde gizledikleri (korku veya umdukları dünyalık) şeyler yüzünden pişman olacaklardır? ve bir müjde:

"Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz". Âmennâ (inandık) ve Saddaknâ (tasdik ettik) Yâ Rabbi!?