Aziz mü’minler!
Müslüman olmamız sebebiyle, Yüce Yaradanımızın gerek kitabı ve gerekse elçisi yolu ile bizlere bildirmiş olduklarına, bir ayırım yapmaksızın inanmaktayız. Zaten bunlara inanmak Müslümanlığımızın gereğidir.
Bu inandıklarımıza saygı göstermeyen, hakaret eden ve düşmanlık edenlerin ise ne Allah katında bir değerleri ve ne de ahiretten nasibleri yoktur.
Yüce Rabbimizin Habibi, son Elçisi, Önderimiz, Rehberimiz, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz bu değerler içerisinde en önceliği olanlarındandır. Dolayısı ona ve diğer değerlerimize velevki şaka yollu dahi olsa küçümseyici yaklaşımda bulunmak, alaya almak, hakaret etmek asla hoşgörülecek bir durum değildir.
Alemlere rahmet olarak ve biz insanlar içinden seçilerek gönderilmiş olan Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Kur’an’a, dolayısı ile kendisine ve Allah’a inanmayanlar için kendisini yer bitiriyordu. Kimse azaba uğramasın, dünyada ve ahirette selamet ve saadette olsun istiyordu. O kadar ki nihayet Yüce Rabbimiz Kehf suresindeki âyeti kerime ile:
“Bu söze (Kur’an’a) inanmazlarsa, onların peşlerinden üzüntüden neredeyse kendini helak edeceksin!” diye seslendi. Onlara karşı da merhamet gösteren yüce Peygamber Efendimiz’e onların içlerinden bazılarınca hakarete varan davranışlar sergilendi. Bu davranışlar onun ilk tebliğ yıllarından başlayarak devam etti ve hala devam ediyor. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bu söz, hal ve hareketleri sergileyenleri “zalimler topluluğu” olarak isimlendiriyor. Sevgili Efendimiz (s.a.v.) yine de bu insanların kurtuluşa ermeleri ve doğru yola gelmeleri yönünde ölünceye kadar çaba sarfetmiş, birçok sıkıntılara, eziyetlere maruz kalmıştır. Neticede, içlerinden islam ve iman ile şereflenenler ve ahiretlerini kurtaranlar, din-i Mübin-i İslam’a hizmet edenler çıkmıştır.
Bugün, eskiden olduğu gibi dini, etnik, siyasi, coğrafi, ırki farklılıkları kullanarak insanları birbirine düşman etmek ve kırdırmak, birbirine düşmüşleri zevkle seyrederek menfeatlerine menfaat katmak isteyenler vardır. Bunda başarılı olurlar ise, insanlar arasındaki iletişim kopacak, tebliğ ve irşad faaliyetleri zayıflayacak, kavgalar, dövüşler, kan, göz yaşı, şiddet ve terörü yayılacaktır.
Hele bu tür olumsuzlukların belirli bir bölge ve coğrafyada kalmaması ve tüm dünyaya yayılması riski vardır ve tarih riskin gerçekleşme yüzdesini yüksek göstermektedir. Bu sebeple Müslümanlar, selim bir bilinç ile; şiddetin ve vahşetin kimin tarafından gerçekleştiğine veya kimin zarar gördüğüne bakmaksızın karşısında durabilmelidir.
Farklılıklarımız fıtratımızın gereğidir. Yüce Mevlamız, gerçeği kavrayabilecek her türlü donanımla bizleri donatmış, zaman zaman elçiler ve kitaplar göndermiş; onların hayattan ayrılmalarından sonra da onlara varis alimler var etmiştir. Kaynağımız sahih olmalı, kulağımız kitabımıza, peygamber efendimize ve onların hakiki varisleri olan alimlere olmalıdır.
Kur’an-ı Kerim’de mealen:
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül; bunların hepsi ondan (o ardına düştüğün şeyden) sorumludur” ihtarı yapılmaktadır. Gerek şahsi işlerimizde ve gerekse toplumsal ilişkilerimiz de ya da toplumlar arası ilişkilerimizde tahmin ve zan yerine, doğruluğu kesinleşmemiş bilgiler, haberler yerine sahih kaynaklara ve şahsiyetlere müracaat edilmesi ve hareket edilmesi çok yerinde bir davranış olacaktır.
Ayet-i kerimede mealen:
“(Onların) Allah’dan başka (değer verip) taptıklarına (hakaret edip) sövmeyin. Sonra (onlar da) cahillik ederek hadlerini aşıp Allah’a söverler. Biz her ümmete yaptıklarını böylece süslü (cazip) gösterdik. Sonunda onların dönüşleri yalnız Rablerinedir. O, onlara (dünyada) ne yapmakta olduklarını haber verecektir” buyurulmaktadır.
Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
“Mü’min dil uzatıcı, lanet okuyucu, kötü iş yapıcı ve kötü söz söyleyici değildir” buyuruyor.
Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı müslüman olarak ve iyilerle birlikte al. Onların işlediği katında kıymetli işleri bizlere de işlet.