SAMİ DAYANGAÇ


CEZADAN DEĞİL ÖLÜMDEN KORK!

GÖZLEM - Sami DAYANGAÇ


Geçtiğimiz hafta, günlerden cuma, saat 00:00. Ambulans ve polis aracının geldiğini, bu arada yan binamızda çığlıkların yükseldiğini işitince maskemizi takıp o binanın önüne koştuk. Çevre binalar balkonlara dolmuş çığlığın kaynağını araştırıyor. Aklımızda birçok soru ile gittik ve hayretle gördük ki bir ailenin virüse karşı değil, polise karşı aldığı tedbirin ellerinde patlaması olduğunu gördük. Yani olay şu: 5 yaşında bir çocukları olan aile gezmeye, bir yakınlarına gidiyor, dönüşte ola ki polis çevirirse ceza yiyecekler. Aile kendilerince süper bir buluş yapıp virüse değil de kendi sağlıkları için çırpınan fedakâr polisimize akıllarınca çalım atıyorlar. 5 yaşındaki kızlarını bagaja kilitliyorlar. Evlerine gelince bagaj açılmıyor, aile panikte, çocuk havasızlıktan ölürse diye anne feryat ediyor. Neyse ki polisimiz bagajı açıp çocuğu çıkarıyor. Herkes mutlu ayrılıyor. Ayrılmamalıydı... O duyarsız aileye unutamayacakları bir cezai işlem uygulamaları gerekirdi. Gerek ambulansın ve gerekse polisimizin yakıtı, emeği kim ve nasıl karşılayacak? Bu duyarsızlık...

Duyarsızlık deyince hemen bir başka duyarsızlığı da sizlere takdim edelim. Bir kişide hastalık pozitif çıkarsa derhal tedavi uygulanıyor, negatif olunca evlerine yollanıyor. Eve yollanan hastaya da en az 10 gün karantina uygulanması hatırlatılıyor. Pek çok hasta nasıl olsa iyileştim diye anasına babasına, akrabalarına gidiyor, onlar geliyor. Komşular geçmiş olsuna geliyor ve virüs bulaşıyor. Büyük duyarsızlık.

Duyarsızlık bununla sınırlı mı? Apartmanların altlarında çay sefası yapanlar, yine binalarının sosyal donatılarında okey oynayanlar… Devletimiz her binaya güvenlik görevlisi dikemez ki. Neymiş kameradan bakıyorlarmış, biri gelirse kaçışıyorlarmış. Kaçtıkları virüs değil sevgili okur, kaçtıkları para cezası korkusu. Hastalığı ciddiye almamak mı, saflık mı, cehalet mi? Topluca mantı sıkmaya toplananlar, yaprak sarması için toplananlar, Ramazan geliyor diye toplanıp hazırlık yapanlar, en az Erciyes'e gidenler kadar tehlikelisiniz.

Vefat eden birini duyunca hastalığa aldırmadan başsağlığına koşanlar, aşı oldum bana bir şey olmaz diyenler, kronik hasta olup işin ciddiyetini kavramayanlar, biliniz ki yaptığınız yanlış, kul hakkı yiyorsunuz.

Kısıtlama günlerinde sabahın köründe Şahin’e binip çok anlarmış gibi yabancı müziği son ses açıp çıstak çıstak gezen duyarsızlar, aileniz hakkında hiç iyi şeyler söylenmiyor bilesiniz.

Kısıtlama günlerinde pervasızca sokaklarda gezenler, bana serbest diyip gezip tozan ve bunları sosyal medyada paylaşanlar, devletine bağlı, kurallara uyan saf insanların aile ve sülaleniz hakkında olumsuz söylemlerine neden oluyorsunuz bilesiniz.

Belçika’ da yaşayan bir arkadaşımız geldi, “Orada uygulama sıkı mı?” diye sorduk. Ne sıkısı polis karışmaz, yasak denince herkes uyar asla maskesiz mesafesiz ve işi olmayanlar sokağa çıkmaz demez mi? Der. Biz istiyoruz ki her köşede polis olsun. Bu elbette mümkün değil. Polis kısıtlama günlerinde siren çaldığı zaman koca koca şeyler nasıl da kaçıyor görseniz. Polisten değil ölümden, hastalıktan kaçın şeyler...

Kendini, ailesini, komşusunu, milletini düşünen bunları yapar mı?

Ülke genelinde durum vahim. En son açıklanan haritada gördük ki bir Tunceli mavi kalmış. Gerisi kırmızı. TV ekranlarında görüyoruz, asker uğurlaması, doğum günleri adı altında olsun, eğlence diye eğlenen eğlenene. Virüs düşmüyorsa, işte bu duyarsızlıktan. Virüs arttıkça ticari işletmeler kapanacak, hastalıklar artacak. Bunun vebalini kim çekecek? İşi olmayan, kısıtlama olmadığı günlerde de asla çıkmamalı, zorunlu hallerde maske ve mesafeye sıkı sıkı uymalıdır. İnsan olmak, Müslüman gibi yaşamak bunu gerektirir.

Bu kadar duyarsızlığın sonuçlarına ne yazık ki hepimiz katlanıyoruz, çok acı...