ASIM CENGİZ GÜR


BİR KISSA

BİR KISSA


Bugün Mevlâna Celaleddin-i Rûmî hazretleri’nin (Allah ondan razı olsun) mesnevisindeki bir hikayesine köşemizde yer verelim.

Seyyid’in padişah olduğu Tirmiz’de, Delhak da Seyyid’in her şeyi bilen akıllı bir maskarasıydı. Bir zaman padişahın Semerkant’da mühim bir işi oldu ve o işi derhal yapıp gelecek bir adam aradı. Bunu halka dellallerle duyurdu:

“Sultanımız, kim Semerkant’a üç günde gidip gelir ve istediği haberi ona getirirse bu kişiye hazineler bahşedecektir!” diye bağırdı.

O arada Delkak izin almış ve köyüne gitmişti. Dellaller köyde de bağırınca hemen eşeğine atlayarak Tirmiz’e doğru yola çıktı. Eşeğini öyle koşturdu ki, nihayet eşek yolda sakatlandı. Hemen bir at temin etti. Bir müddet sonra at da Tirmiz yakınlarında çatladı. Delhak yola yayan olarak devam etti. Tirmiz’e geldiğinde toz toprak içinde ve perişan bir halde idi. Divana çıkmak için izin istedi. Muhafızlar eşek ve atın da hikayesini öğrenince, herkes Delhak hangi önemli iş ve haber için bu çileyi çekmişti acaba diye meraklandı. İleri gelenler de ürktüler, halkı sen düşün. Acaba diyorlardı ne fitne ne kötülük çıktı? Düşman orduları sınırımızdan mı girdi? Bize helak edecek bir haber mi getirdi? diye fısıltılar yayıldı. Padişah bile “Delhak’ın köyden kalkarak telaşla, eşek ve atı harap ederek buraya koşmasının sebebi nedir?” diye endişeye düştü.

Fısıltının yayılması ile birlikte halk sarayın önüne toplantı. Kimi elleriyle dizlerini dövüyor, kimi “eyvahlar olsun nedir başımıza gelenler” diye feryat figan ediyordu. Herkesin aklına binbir türlü şey geliyor, aklınca bir şeyler kuruyordu.

Kim, Delhak’a bir şey sorsa, parmağını burnuna götürüyor ve su diyordu. O öyle yaptıkça herkesin endişesi artıyor, dertleniyor, ne yapacaklarını şayırıyordu.

Delkak, huzuruna gitmek istedi. Padişah derhal izin verdi. Delhak yeri öpünce padişah:

“Ne oldu yahu” dedi. Delkak, padişahın bu sorusu üzerine:

“Ey kerem sahibi padişahım!” dedi. “Bir an dur da nefes alayım. Aklım başıma gelsin. Çünkü acayip bir aleme düştüm” dedi Delkak.

Bir süre daha geçti, Delhak hala konuşmayınca padişah da vehme, zanna kapıldı. Boğazı da acıdı, ağzının tadı da kaçtı. Çünkü Delkak’ı hiç böyle görmemişti. Ondan daha hoş bir nedimi yoktu. Daima hikayeler söyler, latifeler eder, padişahı sevindirir, güldürürdü. Huzurda oturdu mu öyle bir güldürürdü ki padişah, kahkaha atarken iki eliyle karnını tutmaya mecbur olurdu. kahkahadan terlere batar, yüzüstü yerlere yıkılırdı. Bu günse yüzü sapsarıydı, suratı asıktı. Parmağını ağzına götürüp sus padişahım diyordu. Bu ne haldi?  Padişah, ne felaket var acaba diye kuruntuya düşüyor, vehmi sıkıntısı artıyordu. Komşu ülkenin padişahı Harzemşah, pek zalimdi, pek kan dökücüydü. Padişahın gönlünde o yüzden zaten gam ve endişe vardı. Etraflarındaki birçok padişahları ya hileyle, ya kuvvetle öldürmüş, yok etmişti Harzemşah! Tirmiz padişahı da bundan vehimleniyordu zaten. Delkak’ın halinden vehim büsbütün arttı. Dedi ki:

“Çabuk söyle, ne var? Kimden bu derece perişan oldun?” Delkak cevap verdi:

“Köyde duydum ki padişahım, her ana caddenin başında bir tellal bağırtmışsın. Üç günde Semerkant’a kadar gidecek adama hazineler bağışlatacağım demişsin. Koşa, koşa aceleyle geldim ki ben de o kudret olmadığını söyleyeyim. Benden böyle çeviklik gelmez. Hiç olmazsa bunu benden umma”.

Padişah:

“Hay canına lanet olsun” dedi.

“Bütün şehre yüzlerce korku saldın. A ham herif, bu kadar şey için ota da otlağa da ateş saldın”.

Padişahın Başveziri dedi ki:

“Ey doğruya bir direk, bir dayanak olan padişahım! Şu fakir vezir kulun bir söz söyleyecek, onu lütfen dinle. Bence Delkak, köyden başka bir iş için geldi. Bir şey söyleyecekti. Ne olduysa oldu şimdi vazgeçti, pişman oldu. Şimdi maharetini kullanarak başka şeylerden bahsetmede, söyleyeceğini gizlemede, maskaralıkla bu işten kurtulmaya savaşmada. Kını gösteriyor, kılıcı gizliyor. Ona acımadan, onu sıkıştırmak gerek” dedi. “Padişahın! Onun sözlerine değil de titreyişine, yüzünün rengine bak. Allah, “Niyetleri yüzlerine görünüp durur” dedi. Çünkü yüz, içteki sırrı söyler, açığa vurur. Bu görünen şey, duyulan sözün zıddıdır. Çünkü insan şerle yoğrulmuştur” diye devam etti.

Delkak ise, feryat ve figan ederek, coşup köpürerek:

“Vezir dedi, bu yoksulun kanına girmeye kalkışma. Gönlüne nice şüpheler, vehimler gelir ki doğru ve yerinde değildir. “Şüphe yok ki şüphenin bazısı suçtur, günahtır.”

Fakat vezirin sözü, padişahın gönlüne yer etti ve vehmini arttırdı:

“Delkak’ı zindana götürün, maskaralığına, rüyasına pek kapılmayın. Boş karnına davul gibi vurun da davul gibi nesi var, nesi yoksa bize haber versin” dedi.

Delkak:

“Padişahım! Acele etme” dedi. “Yavaşlık ve yarlıgama yüzünü pek yırtma. Beni azaba sokmak için neden bu kadar acele ediyorsun? Allah için verilen cezada acele etmek doğru değildir. fakat kendi kızgınlığından, kendi gelip geçici heva ve hevesinden verilen cezada acele edilir” deyince Padişah:

“Hayır, elbette yerinde yapılırsa iyidir. Yerinde bir hayırda bulunursan bu, doğru bir harekettir. Fil yerine şah sürmek işi harap etmektir. Şah yerine atı sürmek de bilgisizliktir. Şeriatta ihsan da var ceza da” diye cevap verdi.”

*

Karşı tarafın hiç haberi yokken, bir teklif ve teklife icabet olmamışken insanın kendi kendine gelin-güvey olması ne yanlış bir iştir. Hele layık olmadığı bir iş için kendini layık görüldüğünü sanmak.

Yüce Allah (c.c.), konumunun farkında olarak yaşamayı ve özellikle ahirete ilişkin vazifeleri yerine getirme azmi içinde olmayı hepimize nasib ve müyesser eylesin.